3 × три

307 26 29
                                    

Kapım çalınca gözlerimi araladım. Güneş ışığı tüllerin arasından odaya vuruyordu. Yorganımı kaldırdım ve komodindeki gözlüklerimi alıp taktım. Saat on birdi. "Gel." Hobie, kapıyı aralayıp kafasını içeri uzattı. "Günaydın, Theo. Boris holde seni bekliyor." Kaşlarımı çattım. Boris'in burada ne işi vardı ki? Boxerla odadan çıkmanın saçma olacağını düşünerek gece kenara fırlattığım eşofmanımı giydim. Saçlarımı gelişi güzel düzeltirken tişörtümü de üzerime geçirdim ve aşağı indim. "Boris?" Boris Popçik'in karnını okşamayı kesti ve kafasını kaldırdı. "Naber, Potter?"

"İyiyim, burada ne işin var senin?" Doğruldu. "Gitmemiz gerekiyor." Kaşlarımı, olabilecekmiş gibi, daha fazla çattım. "Nereye? Ne saçmalıyorsun sen?" Merdivenlerde bizi izleyen Hobie'ye bir bakış atıp yanıma geldi. "Yanına alabileceğin kadar nakit para ve birkaç parça da kıyafet al. Tabloyu bulduk, onu almak için Amsterdam'a gidiyoruz." Bu kadar çabuk mu? Aklımdaki soruyu dillendirmek yerine merdivenlere yöneldim. Hobie sorgulayan bakışlarla bekliyordu. "Gitmemiz gerekiyor. Çok kalmayız. Üç gün, en fazla." Omuz silkti. "Öyle diyorsan." Ona gülümseyip odama çıktım. Hollanda'nın soğuk olacağını hesaba katarak bir çift gömlek, bir çift pantolon ve bir de ceket aldım. Üzerimi giyinip paltomu bavulumun yanına koydum. Nakit para. Hepsi yatağın altındaydı. Dizlerimin üzerine çöküp küçük kutuya uzandım. Bu bana tabloyu sakladığım, sakladığımı sandığım, günleri hatırlatmıştı. Tüm parayı hâlâ açık olan bavula boşalttım. Yaklaşık otuz bin dolar. Bavulu kapatıp paltomu giydim. Yastığımın altındaki telefonu aldım ve aşağı indim. Boris beni görünce kapıyı açtı. Botlarımı giydim ve evden çıktık. "Tablonun bu kadar çabuk bulunmasını beklemiyordum." Taksinin, Gyuri neredeydi?, kapısını açıp bindi. Ben de peşinden girdim ve kapıyı kapattım. "Evet, ben de beklemiyordum ama bu iyi, değil mi? Her neyse, Amsterdam'a gidiyoruz. Farklı uçuşlarla. Sen aktarmalı gideceksin. Uçaktan inince beni ara. Gelip seni alacağım. Gyuri çoktan gitti bile. Yani, bize orada şoförlük yapacak birileri lazım sonuçta. Anlaştık mı?" Kafamı salladım. Bu kadar fazla önlem almak beni gerse de eşeği sağlam kazığa bağlamak önemliydi. Boris taksiciye havaalanına gideceğimizi söyleyince hareket ettik. Bugün nişan günüydü. Yani nişanın olması planlanan gündü. Eğer evlilik iptal edilmemiş olsaydı şu an nerede olurdum? Berber, prova odası? Havaalanı girişi biraz kalabalık olsa da sonunda vardık. Boris bana numarasını verdi ve vedalaştık. "Sen uçağa bindikten sonra ben de seninkini takip eden uçağa bineceğim. Senden yarım saat önce varacağım. Aktarma yapılırken dikkat et. Sadece paradan bahsetmiyorum, Potter." Gözlerimin içine baktı. "Orada görüşürüz." Bavulumu alıp taksiden indim. Hıçkırarak ağlama isteğimi bastırarak havaalanına girdim. Onunla vedalaşmaktan nefret ediyordum. Bu küçükken de böyleydi. Ne zaman eve gideceğini söyleyip benimle vedalaşsa ertesi gün gözünde bir morlukla gelmesinden korkardım. Biletimi görevliye uzatıp bir süre işlemi yapmasını bekledikten sonra uçağa bindim. Aktarma yapmak için uyanmam dışında tüm yolu uyuyarak geçirmiştim. Bavulumu sıkıca kavrayıp havaalanından çıktım. Hava insanın canını yakacak kadar soğuktu. Telefonumu çıkarıp Boris'e yerimi bildiren bir mesaj attım. Bundan üç dakika sonra tanıdık araba önümde ani bir frenle durdu. Boris kapıyı açıp gülümsedi. "Welkom in Nederland, Potter!" Sırıttım ve arabaya bindim. "Merhaba, Gyuri." Boris kafasını omzuma yasladı. "Uçuş nasıl geçti?"

"İyiydi. Aktarma da gayet kolay oldu. Nereye gidiyoruz?" Telefonunu çıkarıp birkaç mesaj yazdı. "Kiraz'la buluşacağız. Ama önce otele gitmeliyiz. Sana tüm planı orada anlatacağım." Uçak yolculuğundan daha mide bulandırıcı geçen yolculuk sonrası arabadan indik. Boris Gyuri'ye Rusça bir şeyler söyledi ve kapıyı kapattı. "Kendi halinde takılmasını söyledim." Gayet makul, bakışımı attım ve otele girdik. Resepsiyonistle hiçbir halt anlamadığım bir şeyler konuştu ardından da anahtarları alıp odaya çıktık. "Paralar bavulda mı?" Kafamı sallayıp bavulu açtım. Boris hepsini yatağa döktü ve paltosunun iç cebinden birkaç deste daha çıkardı. "Plan şu, Potter. Sen, sanat meraklısı, zengin bir adamsın. Ben, Gyuri ve Kiraz da senin korumalarınız. Akşam, onların seçtiği mekana– ki bu da ayrı bir muhabbet, gidip tabloyu satın alacağız. Sascha Hollanda'ya kaçtıysa birilerinden korkuyor ve tabloyu elinden çıkarmak istiyor demektir. Bunu sessiz sakin yapmanın yolu da sensin. Başka şansı yok yani. Köşeye sıkıştı." Her şey basit gözüküyordu. Kafa kurcalayan bir şey yoktu. "Kaç kişi olacaklar?" Düşündü. "Üç. Sascha'nın geleceğini pek sanmıyorum. Ayrıca nakit para dışında sahte bir banka cüzdanı da vereceğiz. Onlar bunun sahte olduğunu anlayana kadar sıvışırız zaten." Kıyafetlerime anlamını çözemediğim bir bakış attı. "Hiç zengin görünmüyorsun. Neyseki Gyuri bunu senin için halletti. Odadaki tek gözlü dolaptan oldukça şaşalı, kürklü bir palto çıkardı. "Ayakkabıların da çok çirkin ama bunu halledemiyoruz maalesef. Git saçlarına çeki düzen ver." Gözlerimi devirip banyoya girdim. Saçlarımın nesi vardı ki? Hep oldukları gibiydiler. Biraz daha şekil verip banyodan çıktım. Boris, yatakta öylece oturuyordu. "Gidelim mi?" Bana dönüp gülümsedi. "Önden buyur."

the idiot | boreoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin