Yine simsiyah bir boşluğun içindeydim. Rüyada olmalıydım çünkü gerçek hayatta böyle bir şeye pek rastlanmaz.
Bir anda çığlık sesleri gelmeye başladı. Bu çığlıklar, bir kişiden değil bir kaç kişiden geliyordu. Hepsi acı çekiyordu sanki. Kadın, erkek, çocuk... her türlü kişiden çığlık sesleri.
Ben sadece boşluğa bakıyor ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum...
Bir anda tüm sesler kesildi ve tek bir erkek sesi konuşmaya başladı.
- UYAN!! TİNA!! UYANSANA!?!
------------------------...
Karşımda Alex vardı. Adımı bağırarak söylüyor ve beni sarsıyordu.
Gözlerinin altında, mosmor torbalar çıkmıştı. Pijamasının üstüne kahverengi, deri bir zırh giymişti. Mavi gözleri loş ışıkta parlıyordu. Çok aceleci ve stresli davranıyordu. İlk başta neler olduğunu kavrayamasamda sonradan neler olduğunu tahmin etmiştim.
Kendime gelememiştim ama bir şeyler söylemeye çalıştım:
- Ne!? Ne oldu?
- Acele et!! Şeyler geldi!
- Neyler?
- Şeyler işte. Öff! Şu zırhı al ve benimle gel!
Herhalde canavarlar demek istemişti... Uzattığı deri zırhı aldım ve kafamdan geçirip Alex'i takip ettim. Zırh, beni bir şekilde daraltıyordu ve rahat nefes almamı engelliyordu. Her ne kadar alışmaya çalışsam da pek işe yaramıyordu. Bunun yerine umursamamaya karar verdim. Bu sadece küçük bir detaydı ve üstünde durmaya pek değmezdi. O sırada Alex'i takip ederken, gözüme yansıyan yüzüğüme güvenerek baktım.
Herkes bir köşeye dağılmış ve elinde silahlarla hazır bekliyorlardı. Bir anda Alex'in elinde de altın bir kılıç belirdi. Melody nedense canavarlardan daha uzak bir köşede duruyordu ve orta boylarda kalın bir kitabın sayfalarını hızla çeviriyordu, bir elinde de hançerini hazırda bekletiyordu. Kitabı incelemek ile uğraşmamıştım. Çünkü hem sırası değildi hem de, bilmemiz gereken bir şey olsa, Melody bize bunu zamanı geldiğinde açıklayabilirdi.
Jack, siyah, neredeyse 10 parmak kalınlığında bir kılıç tutuyordu, Chris bir elinde çekiç, diğer elinde ise futbol topu büyüklüğünde bir ateş topu oluşturmuştu, Zoe ise okun yayını germiş, saldırmayı bekliyordu. Bende çok geçmeden, Zoe'ye yardımcı olmak için yüzüğümü bir ok haline getirdim ve onun hizasında, birkaç metre öteye geçtim. Parmaklarım arasındaki oku kendime doğru çektim ve bırakmak için beklemeye başladım.
Fazla ciddi ve gergindik. Tabii böyle bir durumda daha azını bekleyemezdim ama bu beni olacaklara hazır olmamı engelliyordu. Şimdiden anlımdan boncuk boncuk terler dökülmeye başlamıştı. Hadi ama Tina! Bu daha bir ilk!
İlk başta Alex'in bahsettiği yaratığı görememiştim ama yaratık birkaç metre ötemizde, tam karşımızda duruyordu; ayakları olması gereken yerde bir çift toynak, düzgün bir baş yerine de bir boğanın boynuzlu kafası vardı. Her tarafı kahverengi tüylerle kaplıydı.
Bu yaratığı biliyordum elbette ve emin buradaki herkes biliyordu. Kısaca anlatmam gerekirse:
Girit adında bir adada, Kral Minos diye biri varmış. Elbette her kral gibi o da gücünü kanıtlamak için çabalıyormuş. Bu isteğini de elde etmek için Poseidon'dan, ona kurban edebileceği bir boğayı denizden çıkartıp, vermesini istemiş. Elbette Poseidon'dan da bekleneceği gibi, Minos'un karşısına, öbür boğalara kıyasla daha güzel görünen bir boğa çıkmış. Bu nedenle Minos boğayı kurban etmeye kıyamamış ve onu saklamış. Bunun yerine başka bir boğayı kurban etmiş. Bu Poseidon'dan kaçmış mı? Tabii ki de hayır! Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenmiş ve Minos'un karısı Pasiphae'yi, babamın gönderdiği boğaya aşık etmiş. Pasiphae'nin boğayla çiftleşmesinden de boğa başlı ve kuyruklu, insan bedenli, tam karşımızdaki Minotor doğmuş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13 Olimposlu {Askıda}
FantasyFarklı hayatları olan birbirinden bağımsız 6 genç... Bir gün ansızın alışageldik hayatlarından kopup titanlar tarafından kaçırılan, aynı zamanda tanrı olan anne ve babalarını kurtarmak adına 6 melez bir araya gelir... Bazı Titanlar intikam peşinde k...