/Pamuk Bahçesinde Gezinti/

248 34 4
                                    

Elindeki sabunlu ıslak bez ile yavaşça, karşısındaki beden sanki bakışı ile dahi incinebilir gibi dikkat ile sildi bedenini. İşaret ver orta parmağı ile hafif hafif okşadı git gide kemik kalan yanağını.

Dayanamadı, solgunlaşan dudaklarına bastırdı dudaklarını, soğuktu, sopsoğuktu. Ölü bir beden ne kadar soğuk olabilirse, o kadar soğuktu. İlk öpücüğünü aldığı zamanın aksine, üşüten bir soğukluktu. Yavaşça ayrıldı, Hoseok'dan akan göz yaşları, Yoongi'nin yanaklarına düştü.

"Sevgilim, sevgilim ben... Ben sen sıcağı sevmezsin diye her zaman senin için kışı getirmek istedim, yağmuru, rüzgarı ama ben senin bedeninin bu denli üşümüş, bu denli soğuk halini hiç düşünmedim."

Bir hıçkırık koptu dudaklarından genç adamın, kendi kendine yemin etti, artık soğuğu sevmeyecekti, sevgilisinin buz tutan bedeninden sonra, sevemezdi... Sevmezdi. İşte o gün, aşık olmayacağına yemin etmenin ardından listeye soğuğu sevmeyeceği eklendi, ekledi.

---

Güneşli bir gündü, okulun yaz dönemlerine geçmesine oldukça az bir vakit kalmıştı lâkin herkes yazın ortalarında gibiydi. Şortlar, sıfır kollular... Beklemiyordum açıkçası, sınıfa giren kısa siyah şortlu, bol kısa kollu t-shirtlü bedenin bahar saçlım oluşunu. Kızlardan daha güzel, beyaz uzun bacakları vardı. Şortu kısa olduğu için şekilli bacakları ortaya çıkmıştı iyice. Yanımda gelmişti, bana attığı her adım, kalbimi öylesine hızlandırıyordu ki.

"Selam! Seni özledim. Artık iki günlük tatilleri dahi sevmiyorum."

Kollarını sıkıca boynuma dolamıştı. Elimi yavaşça, sırada bana doğru eğilince t-shirtünün aşağı doğru toplanarak açıkta bıraktığı çıplak beline koymuştum. Yanıma çektim hızla yana kayıp ve düzelttim üstünü onun.

"Her tarafını belli ediyor."

Muzip bir gülümseme oluşmuştu dudaklarında, kulağıma mırıldanmıştı usul usul masum(!) duran bir fısıltı ile.

"Erkeklerin, böyle kızlar hoşuna gider, peki ya ben senin hoşuna gittim mi?"

Yanakları kızarmıştı utançla. Cüretkar bir havaya sahip olmaya çalışsa da çekingen bir tavır sergilediği, gergince bacaklarının üzerine koyduğu elleri ile oynamasından besbelliydi. Gülümsedim ve tuttum ellerini, ayağa kalktık. Anlamış gibiydi, sahiden o benim için var edilmişti sanki. Gülümsedi ve çantasını sırtına takıp sıkıca kavradı, aynı şekilde bende. Okulun arka bahçesine koştuk gülümseyerek, sanki gülüşümüz konuşuyordu birbiri ile. Bizim bile bilmediğimiz bir dilde.

Kaçmıştık, pek uzun sürmemişti. Şimdi ise boş bulduğumuz üzerinde satılık yazan bir tek katlı evin camını cebimdeki çakı ile açmıştım, o evin içindeydik. İyice kontrol etmiştik, kimse yoktu. Tek kelime konuşmuyorduk hâlâ, gözlerime bakıyordu çekingen bir istek ile... Ben ise her haline bitiyordum, sahiden ona dokunabilir miydim? Bunu çok istiyordum. Bir yanım onun ile bedenim ruhumun terbiyesiz dansını izlemek isterken öteki yanım kıyamıyordu. O hep, temiz kalmalı diyordu.

Yavaşça diz çökmüştü önümde, uzun kemikli parmakları benim siyah dar pantolonumun deri kemerini kavramıştı. Dudakları dilinde dolanıyorken açmıştı ve o ses. Küçük bir ses evde yankılandı, kemerimin yana koyulmasını beklerken metal çizgi delikten geçti, kemerin tekrar ilikleniş sesi, bu sefer benim belimde değil, onun boynundaydı.

Alt dudağımı ısırmıştım ama beynim onun benim dudağım oluşunu reddetmek isteyerek, dişlerimi geçirdiğim dudağın onunki olduğunu hayal ediyordu.

"H-hoseok... Sen, istemiyor musun...?"

Demişti, kırılgan bir tonla. Deli çocuk, yanıyorum şu an senin için. Hem de tek ben değil, küçük Minmin de! Zannedersem, hareketsiz durumamdan böyle sanmış olsa gerek. O hâlde,

"Özür dilerim, şimdiden."

İnce belini sıkıca kavramıştım ve eşyalı olan evdeki kırmızı koltuğa oturup onu da hemen önümdeki, yere oturtmuştum. Kemerimi çıkarmış oluşu bana düğme ve fermuarımı açmakta büyük bir zaman kazancı sağlamıştı. Pantolonu sıyırdığım gibi bir kenara fırlatmıştım, göz bebeklerim onunkimlerden ayrılmıyordu. Kemerin aşağı sarkan ucunu elim ile kavramış, birkaç tur gezindirmiştim ve hızlıca çekmiştim, onun yüzünde ise bundan zevk alan gülümseme. Alt dudağına başımı eğip dişlerini geçirmiş, daha sonra masumca başlayıp derinleşen öpücükler bırakmıştım. Evin içinde, dudaklarımızın içindeki derin mağarada birbirine çarpan dillerimizin çıkardığı sesler yankılanıyordu.

Galiba hiç sıkılmadan on beş dakikaya yakın öpüşmüştük, onunla direk başlayıp korkutmak istemezdim ne de olsa. Artık, ne o ne ben dayanabilecek haldeydim. Nefes nefese dudaklarımız ayrılsa bile sıkıca gözlerini kapatmış inlemeler bırakıyordu.

"Bebeğim, uzatacağımız kadar uzatmadık mı, bence deliğini hazırlamanın vakti geldi."

Yine gülümsemişti, hâlâ gülümseyişleri fazla masum geliyordu yüreğime. Boxerımı kenarlarından tutup çekmiş ve ortaya çıkan küçük(!) Minmin ile kocaman olan gözlerinin bana yöneltmişti.

"O-ocakta yemeğim var, ben sonra g-"

Küçük bir kahkaha atarken çenesini okşamıştım usul usul.

"Bebeğim, hadi ama biliyoruz ocak bile yok bu evde."

Birkaç saniye bakarken ben duruma ayak uydurması için ona zaman tanımıştım ve bir süre sonra penisimin başıma küçük dilinin bıraktığı ıslaklık bulaşmıştı. Bu küçük ıslaklık birkaç dakika sonra ise tümünü kaplamış, şapırtılara yer bırakmıştı. Büyük bir istekle emiyor, yalıyordu ve arada öpücükler konduruyordu.

Çenesinden tutup ayırırken onu küçüğümden(!), somurtarak bakmıştım yeniden gözlerime. Belinden tutup onu sırtı bana dönük şekilde çevirmiştir ve altındaki şortu sıyırmıştım. O yine inlemeler bırakmaya başlarken eğilip yavaşça oldukça dar gözüken pembe deliğinde dilimi dolaştırarak alıştırmalar yapıyordum. Hatta bunu biraz ilerletmiş ve çoktan bir parmağımı sokmuştum. O her yenisini hissettiğinde bağırma yüksekliğinde inlemeler bırakıyordu ve her an bir yenisi ekleniyordu. Durum böyle devam ederken iyice gevşediğini hissettiğim an başını onun deliğinden yaptığım onca şeye rağmen zorlukla geçirmiştim ama bu durum beni zevkten deli ediyordu, o ağlamaklı inlemeler bırakırken, ben başımı geriye atmış ona ayak uyuduruyorum hırıltıdan farksız inlemelerim ile.

---

"Neden, neden ses veremezsin ki!? Ben yaptım ama... Ben olacağını düşünmedim! Ses ver bana! Bahşey yüce inlemelerini!"

Der ve son, sert bir vuruş daha yapar Hoseok ama nafile. Yorgunlukla çıkarken düşünmeye devam eder, iş çığrından çıkıyordur. Olmuyordur dilediği gibi. Onu koruyordu belki herşeyden ama kendi ruhuna işkence çektiriyordu.

O ölü, bahar saçlı çocuk...
    Hoseok'un içinde yavaş yavaş soluyordu.
Solan aşkları değildi.
     Sahiden solan neydi?
  Solan şey, Hoseok'un haklı çıktığı soruları mıydı?

  "Senin sesini unutsam, affetmem kendimi dedim."
  "Ben seni çok sevdim ve seviyorum bebeğim, artık sesini duyamıyorum en kötüsü... Galiba, galiba artık hatrımdaki sesin biraz daha, birazcık daha puslu."
   "Affet bahar saçlı bebeğim... Ancak bu denli leş sevebilirdim."

---

Merhaba millet, ben kimine göre yazar Mia, kimine göre Maysa.

Nasılsınız?

Nasıl gidiyor?

Huzurlu geceler dilerim.

Death Toy | SopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin