Asırlar Geçti, Hatırlar Gitti.

222 24 8
                                    

Ne gelen vardı, ne giden o küçük evin kıyısından, köşesinden. Yıllar geçmişti aradan, ne nefesler, ne aşklar. Ne evlilikler olmuştu, ne boşanmalar. Ne ölümler olmuştu, ne doğumlar... 
Seoul'de ki, o kimin olduğu bilinmeyen, kapısına kilit vurulmuş ev, dışarıya da artık kötü bir koku vermeye başlamıştı.
Seoul Merkez Karakol amiri Jeon Jeongguk, liseden beri içinde merakı olan o eve adımlarını çevirmişti şimdi. Eski, köhne evden gelen o koku şikayetinden nazaran, sonunda hakkında bir çok rivayetin çıkışına sebep olmuş o gizemli evin kilidi açılıyordu,
Geldi, sokak lambası tam kapı önüne vuruyordu ahşap, uyduruk bir kapıya sahip olan evin. Özellikle yalnız halletmek istediğini vurgulamıştı. Ne olur ne olmaz diyerek iç güdüsel bir tavır ile attı elini kemerinde ki silaha. Korkuyordu, sahiden kötü kokuyordu ama her polisin bildiği gibi, o da bilirdi, burası buram buram ölü kokuyordu. Küçük evin dar ve ışık almayan koridorundan geçmişti önce, karşısında küçük bir oturma odası çıkmıştı, karşılıklı iki koltuk, bir televizyon ve derme çatma bir televizyonluk. Sonra dikkatini çekmişti, üzerinde Bahar saçlı çocuk yazısı oyulmuş olan, işlemeli müzik kutusunu.
Ne de saygısızca idi yaptığı, hissediyordu ama, yüreği hızla çarparken aldı eline. Açtı, balerin dans etmeye başladı... Sonra dikkatini çekti, minik çekmecesi küçük müzik kutusunun, hemen cebinden çıkardığı bir tel, kırdı anahtar yerini, minik gözde, vesikalıktan hallice iki adamın resmi vardı, solgun renkler kadar canlı bakışlara sahip iki adam. Sonra bir kağıt parçası düştü yere, Jeongguk bıraktı müzik kutusunu, aldı tozlu yerde ki parçayı, nasıl oldu, o da bilmezdi, çoktan yitirmişti koku önemini.
Defalarca kez katlanmış kağıdı açtı, okumaya başladı eğil ve yavaş yavaş silinen el yazısını...

Bahar saçlı çocuk ve Umut'un hatırası;

Bir çocuk gördüm, zaman zaman önce. Görseniz, öyle bir yeşil ki saçları, ne mavi, ne yeşil, ne de turkuaz denir... Bahar'a benziyordu. Ne de yanlıştı, bir erkeğin kalbi, bir başka erkeğe atıyordu. Kısa boylu, umursamaz bakışları, solgun teni ardından gülünce canlanan baharı, bahar saçlı çocuk...
Önce kabullenemedim,  hâli ile kolay değildi, bir hemcinsini sevmek.
Tamam, ben bir yalancıyım.
Onu ilk gördüğüm an doğru ve yanlış kavramını yitirmiştim çoktan, kabullenmemek istedim ancak onu ilk gördüğüm an, her şey değerini çoktan yitirmişti.
Bir gün cesaretimi topladım, konuştuk.
Ben dedim, sen benim baharım ol, bahar saçlı küçüğüm,
O dedi, umut ol, umudum ol.
Yeminim olsun ki biz birlikteyken, gözlerimiz ile anlaşabilirdik. Tanrı, tüm o aykırı diye bağıranlara inat, bizi birbirimiz için yaratmıştı sanki.
O gülsün, yeminle dünya ölsün, umrumda olmazdı.
Bahar saçlı çocuk da, umudunu öyle sevdi.
Biz bütün yanlışların en doğru toplamıydık.
Öyle güzeldi ki aşkımız,
Bizim aşkımıza tanık olan da her şeyi unutur, gülücüklere boğulurdu. Saatlerce kahkaha atar, bazen en kirli hallere bular birbirimizi bazen bakmaya kıyamazdık.
Bir gün dedi, bahar saçlı çocuk;
Gözünden bir yaş akarsa, akıtanı değil seni öldürürüm sevgilim, çünkü bir başkası daha akıtır ve bir başkası daha ve daha çok acı çekersin,
O vakit romantizm zannettim önce,
Sonra onu hıçkırıklar içinde kızarmış gözler ile yağmur akıtırken gördüm,
Beni öldürdüm.
O bendi,
Ben benliğimi öldürdüm.
İstemedim, canı bu kadar yansın.
Bugün canını yakana savunsam, yarın ne olacaktı, aynısı.
Dünya çok acımasız, çok leşti. Baharım yağmur sularında sel olmuş kalmışken yüreği farkına varmıştım, gözüm dönmüştü.
Kimse anlamadı tabi,
Okuyan varsa bu mektubu, anlamıyordur belki.
Ben ondan sonra da hiç ben olmadım.
Kabullenemedim,
Ağlamasın istedim bir daha ama...
Biz bir daha sarılamadık da...
Kahkaha atmak şöyle dursun, bana kızamadı bile...
Ne bencil bir adamım ama,
Öldürdüm bu Dünya onun canını yakmasın diye ama bugün olsa,
Yaşatır mıydım... Bilmiyorum.
Ben onun hayalleri ile yaşadığımı biliyorum.
Ruh ve sinir hastalıkları Hastanesi'nde ki odamdan yazıyorum şimdi. Bir mucize ama çok yardımcı oldu bir hemşire.
Buradan çıkınca, iliştiririm bir yerlere.
Ve birisi görürse hikayemizi,
Şunu fısıldamak isterim;

Bencil sev.
Gurursuz sev.
En yanlışlar ile sev.
Günahı ile, sevabı ile sev.
Onu, o olduğu için sev.
Sana kustuğu nefreti bile sev.
Sevmeyi, sev.
Bahar olsun sana,
Umut ol ona,
Ve yalan söyleme.
Kırma güvenini,
İncitme onu,
Ama severken de korkak olma.
Onu incitmekten korkarak sev,
Amma ona sevmekten korkarak bakma.
Çünkü sevmek, en deli şey.
Bir deli gibi sev, bir sarhoş gibi sev. Sen gibi sev.
Cüretkar ol, cesur ol. Yarının belli değil, bugünün de,
Bu yüzden,
Son gecen gibi sev.
Ben sevgilime kavuşacağım, az kaldı.
Şu iki Tanrı'nın unuttuğu adamın hikayesini bilmem olur mu duyan, okuyan,
Ama varsa,
Çok sev.

---

Göz yaşları dökülüyordu Jeongguk'un, dizlerini zorlukla kaldırdı zeminden, sonra bir odaya girdi, kızıl kapılı. Her yerde o iki adama değer izler... Sonra kokuyu takip etti, banyoda buldu kendini. Kızıl ve mint yeşili saçlar... Bunlar onlardı. Bahar saçlı çocuk ve Umut'u. Sertçe yutkundu Jeon, önce tutmadı eli ayağı. Çürümüş bedenlerin eşgali öyle zor tanınır hâle gelmişti ki.

Sonra yıllar geçti yine ve yine, ne acımasız zaman. Evin küçük arka bahçesinde ki iki mezara biricik eşi ile bir sürü papatya dikti, Park Jimin onun yaklaşamadığı komiseri idi, bu vaka ile karşı karşıya gelene dek. Belki bir bahar saçlı çocuk ve umudu değillerdi ama onların hikayesini dilden dile anlatıp devam ettiren, onların evinde yaşayan, onların evini yaşatandı, evlerinin her köşesinde, Bahar saçlı çocuk ve umudu varlardı. Onlar, unutulmayacaktı.

Death Toy | SopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin