Bölüm İki: "Vahşi Ama Değerli"

1K 85 55
                                    

Pazartesi atıcam dedim ama 00.00'ı bekleyemedim hazırken atayım bari dedim şimdiden pazartesiniz güzel geçsin ♥️

-
Bu gemiden nefret ediyordum.

Bu gemiden ve bu insanlardan.

Bu ülkeden.

Bu topraklarla ilgili her şeyden nefret ediyordum.

Mide bulandıracak kadar sallantılı bir yolculuk geçiriyorduk ve ben her an mide bulantısından kusabilirdim.

Keşke şimşek çaksa da gemi yarılıp burada boğulsak.

Ama benim dualarım ne yazık ki duyulmuyordu.

"Bundan sonda Alicante'nin malısınız." Dedi sakallı adam bize bakıp. Bu adamdan da nefret ediyordum. Kendini ne sanıyordu bu? Bizim efendimiz mi?

Eğer güçlerimi kullanabiliyor olsaydım, yemin ederimki bu gemiyi küller içinde bırakmam iki saniyemi almazdı.

Beni halktan biri olarak görüyorlardı. Buradaki diğer esirlerle beraber kaçırılmıştım. Ah salak kafam, eğer o gün dışarı çıkmakta bu kadar ısrarcı olmasaydım şu an bu durumda olmayabilirdim. Ailemin yanında olurdum. Onları koruyabilirdim.

Eğer o lanet Thule askerleri olmasaydı....

Baskın düzenlendiği gün ailemle kavga etmiştim.

Her zaman tartışırdık ama bu seferki daha kötüydü. Babam hiç halkın içine karışmamı istememişti ve dışarı çıkmamı yasaklamıştı. O gün yine her zamanki gibi gizlice saraydan kaçarken beni yakaladı. Üzerimdekileri değiştirmiştim ve halktan biri gibi görünüyordum.

Tartışma sonucu babam beni odama hapsetmeye kalktı, bu seferde büyü gücümü kullanarak bir iple kendimi aşağı sarkıttım. Sadece biraz temiz havaya ihtiyacım vardı. Sakinleşip sinirimi atmayı istiyordum.

Ancak ben şehir merkezindeyken Thule Askerleri saldırdı.

Kendimi korumak için büyü yapmak istedim ama güçlerim bir anda ortadan kayboldu. Sanki hiç var olmamış gibi gitmişlerdi. Ben de kendimi korumak için saklandım ama beni yakaladılar. Onlara karşı direndim ama kollarımı ve bacaklarımı tutup beni zorla gemilerine sürüklediler.

Ciddi anlamda sürüklediler...

Gemiye binmemek için kaçmaya çalışıp bağırıyordum ve kendimi yere atıyordum. En son kafamın arkasına aldığım bir darbeyle bayıldığımı hatırlıyordum. Gözlerimi bu gemide benim gibi esir düşmüş yirmi kadar gençle duruyordum.

Ne kadar çaba gösterirsem göstereyim, Thule'un Askerleri beni köşeye sıkıştırdı ve yakaladıkları benim yaşlarımdaki kız ve erkekleri esir etmeyi başarmıştı.

Lanet askerlerinden oluşan bir grup, bizi ana vatanları olan Thule'e görüceklerdi. Ama planlarda bir değişiklik oldu, bizi uygun bir bütçeyle Alicante'ye sattılar.

"Biz hiçkimsenin malı değiliz." Dedim alev saçan gözlerimle. Sakallı adam bana baktığında büyü güçlerimi kullanabilsem diye düşündüm. Onun derisini yüzüp aslanlara yem etmeyi...

"Kes sesini köle!" Dedi elindeki kırbacı sağa sola sallarken. Bazı esirler kendilerini bir köşeye geçerek kırbaç darbesinden kendilerini korumaya çalıştılar. Sakallı adamın yanında bir de yardımcısı duruyordu ve ikisi de silahlıydı.

"BEN KİMSENİN KÖLESİ DEĞİLİM!" Diye bağırdım. Nefretim ve kinim o kadar artmıştıki eğer bir şekle girebilseydi büyük bir ejderhanın bedenine bürünürdü.

Sakallı adam yanındaki yardımcısı kızıl saçlı oğlana kendi dilinde bir şeyler söyledi. Thule diline özgü konuşuyorlardı.

Ama ben onları anlayabilirdim. Bilinen çoğu dilden ders almıştım.

"Lanet Edom'lunun ellerini bağla ve yemek verme." Sakallı adam sinirle arkasını dönüp gitmeye hazırlanıyordu ki yardımcısı yanıma geldi ve bir iple beni geminin tahtadan tutacaklarına bağlamaya çalıştı. Ama karşı koyup direndiğimde yüzüme bir tokat yemiştim.

"Lütfen yapmayın," Diye yalvardı siyahi bir kız. O da benim yaşlarımda gözüküyordu.

Sinirden ağlamak istiyordum ama bu insanlara güçsüz görünmek gibi bir düşüncem yoktu.

Ellerimi bağlamaya çalışan kızıl yardımcısına yardım etmek için mürettebatından başka bir adamı çağırdı. Bu seferki kızıl yardımcısından daha iri yapılı, sarışın bir şeydi. Ben debelenirken beni tuttu ve kızıl olanda ellerime sert bir düğüm attı.

Elebaşlarının adını Kabasakal koymuştum. Bana küçükken dadılarımın okuduğu Peter Pan hikayesindeki kötü karakteri hatırlatmıştı.

Kabasakal merdivenlerden yukarı çıkmak için bir adım attı ve yine Thulece konuşmaya başladı. "Belki bir gece yemek yemezse aklı başına gelir kaltağın."

Sinirlerim tepe çıkarken ne ara konuşmaya başladığımı bilmiyordum. Thulce konuşup ona lanetler etmeye ve küfürler saydırmaya başladım.

"Değil bir gece, bin gece de yemek vermesiniz beni susturamazsınız! Duydun mu beni?! Bu kaltak seni öyle bir dövecekki gemiden kaçmak isteteceksin! Lanet olsun sana Thule ve askerleri! Hepinizin canı cehenneme!"

Ancak bu yaptığım başıma daha da çok iş açmıştı.

Kabasakal ondan beklenmeyecek bir yavaşlıkla arkasına döndü. Yüzünde öfke ve şaşkınlığın birleşimi bir ifade vardı.

"Thulce mi konuştun sen?" Dedi kaşını kaldırırken. Bu hareketi yapınca daha da çok Kabasakal'a benziyordu.

Bir cevap vermedim ve ayaklarına doğru tükürdüm. Dışardan nasıl göründüğüm umrumda değildi, vahşi, cani ya da herhangi bir yaratık olarak gözüktüğüme emindim ama karşımdaki adam kadar kimse yaratık olamazdı.

Yanıma geldi ve suratıma ilk tokatından çok daha sert bir şekilde vurdu. Yanağımın sızladığını ve acıdan yandığını hissettim. Beş parmağının izi çıktığına emindim.

"Ona iki gün yemek vermeyin ve ağızını bağlayın. Alicante iki dil bilen bir köle için daha fazla yatırım yapacaktır." Dedi Kabasakal ve hızlıca yukarı merdivenlere çıktı.

Ah benim aptal kafam.

Hem kontrolümü kaybetmiş, hem de bu şerefsizlere daha fazla para kazandırmıştım.

Aptal.

Aptal.

Sarışın yardımcısı yanıma gelip ağzımı bağlamaya çalıştığı sırada cevizlerine bir tekme attım ve acıyla yere düştü. Ellerimi bağlama işini bitiren diğeri olayı fark etmeden sarışının gömleğinden düşen daire şeklindeki aynayı kaptım. Ayağımla aynayı sürükledim ve sol bacağımın altına sıkıştırdım.

Kızıl yardımcı olayı gördüğünde kendine gelip bana saldırmak isteyen sarışını tuttu. Ona benim ne kadar sağlıklı görünürsem o kadar çok altın alacağı ile ilgili bir şeyler söyledi ama onu dinlemiyordum.

Sarışın olan sakinleşip yanına yaklaştı ve sertçe çenemi tutup ona bakmamı sağladı. "Dua et değerin çok fazla. Yoksa yaptığından dolayı seni öyle bir sikerdimki nefes dahi alamazdın." Dedi kendi dilinde.

"Olmayan bir şeyle beni beceremezsin, siksiz herif." Dedim ona hırlayarak. Sarışının gözü dönünce kızıl saçlı çocuk onu yukarı zorla çıkardı.

Bana tokat atıyorlar ama kalıcı bir hasar vermemek için işkence etmiyorlar, diye düşündüm. Sadece bana değil, buradaki herkese öyleydiler. Ne kadar dinç ve sağlıklı gözükürsek Alicante bize o kadar para verecekti. Onlar için değerliydik çünkü bizim üzerimizden para sahibi olacaklardı.

Alicate'nin de, Thule'ün de... hepsinin canı cehenneme.

Neyse ki yolculuğumuz daha bitmemişti ve ben daha son kartımı oynamamıştım.

Glorious MalecHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin