Eskiden...di

73 23 6
                                    

Geçmiş...
    Birkaç saat öncesi de geçmiş sayılırdı değil mi ?
      Şu an külüstür olarak adlandırdığım bu arabada yolculuk etmek kaplumbağanın 1 saatte aldığı yolu 2 saatte gitmek gibi bir şeydi. Benim gibi hız tutkunu birine bu işkence gibi geliyordu. Önde Sude ve Tuğrul, arkada ben ve Ela oturuyorduk. Ela'yı çoktan kabullenmiştim, hep bir kardeşim olsun isterdim, ama yeni anne ve babamı kabullenmem zor olacaktı.
Evim saydığım yerden ayrılmak canımı çok acıtıyordu.
      Ailemle Antalya'da yaşardım. Benim için cennet gibi bir yerdi. Havası, suyu ayrı güzeldi. Oradan ayrılıp buraya gelmek farklı bir dünyaya giriş yapmak gibiydi. Ya da sadece bana öyle geliyordu.
Bütün arkadaşların, 18 yaşına kadar yaşadığın tüm güzel anıların, duyguların, birçok şeyin geride kalıyor. Sadece şöyle düşünebiliyorsun: 'Peki şimdi ne olacak ?'
       "Şimdi ne olacak ?" Bu defa dışımdan söylediğimi fark ettim. Ses tonumdan üzgün olduğum belliydi.
        "Görürsün" deyiverdi Tuğrul baba.
    Niye böyle yaptı ki, bütün soracağım sorularım boğazıma dizildi bu soğuk tepkiyle. Acaba bir şeye mi kızdı ?
        "Bir şey mi oldu ?" dediğimde annem sinirle araya girip,
        "Sus kız artık, soru sorup durma başımı şişirdin" dediğinde şaşırmıştım. Tek soru sormuştum sadece.
    Nasıl bir anda değişebilmişlerdi... Sustum. Hiçbir şey söyleyemedim. Ela'ya baktım korkmuş gözlerle bana bakıyordu. Göz kırpıp camdan dışarıyı izlemeye başladım.
     Araba durduğunda eve geldiğimizi anladım. Arabadan indiğimde gözlerime inanamadım. Ben eski evim gibi normal bir apartman dairesi beklerken, burası...
     Burası resmen ev değil, yıkık dökük ahşap bir kulübeydi. Zar zor ayakta duruyor gibiydi. Burası çok kötü bir harabeydi. İnsan yanından geçmek bile istemezdi. Birde iki katlıydı ve neredeyse üflesen yıkılacak gibi duruyordu.
        "Ne o beğenmedin mi ? Durma orada valizini taşı içeriye çabuk." deyip gözlerini devirerek yanımdan geçip gitti Sude anne.
    Etrafa göz gezdirdim kimse yoktu. Resmen 'İn cin top oynuyor' deyiminin gerçekleştiği yerdi burası. Valizimi alıp içeriye girdim, etrafa bakındım. Ahşap yıkık dökük dolaplar, eski püskü bir koltuk, yırtık pırtık defolu perdeler...
İçerisi karanlık ve oldukça boğuktu.
       "Yürü !" derken sertçe omzumdan ittirdi Sude anne. "Odan yukarıda kemik torbası."
   Bir şey demedim. Konuşursam daha sert bir tepki vermelerinden korktum. Sessizce merdivenleri takip ettim. Sude anne de arkamdan geliyordu. Üst kata çıktığımızda siyah kapının önünde durduk.
        "Burası odan, çok fazla ayak altında dolaşma, Ela da burada kalacak diğer odaların hepsi bizim, sakın gireyim deme, kardeşini de sokma." dedi ve saçımı tutup gözlerini kocaman açtı. "Anladın mı bücür ?"
   Kafamı sallayabildim sadece. Beni odama ittirip kendisi de kapıyı çarpıp gitti. Çok şaşırmıştım hareketlerine. Neydi bu şimdi? Hani güler, iyi yüzlülerdi. Sahte miydi hepsi, oyun muydu?
   Düşünmeyi bırakıp odayı incelemeye başladım.
İçeride siyah bir eski dolap, yatak, yine koyu renk masa ve sandalye olan odaya bakıyordum. Gözlerim istemsizce doldu. Eski odam rengarenkti, burası ise ruhumu daraltmaya yetmişti. Dolaba ilerledim ve kapağını açtım. Açmamla dışarıya çıkan yoğun toz kendini hemen belli etmişti. İçi örümcek ağlarıyla ve ölü böceklerle doluydu. Bu görüntü yüzümü buruşturmama yetmişti. Hemen dolabı kapattım. Hızla kapattığımdan dolayı dolabın alttaki çekmecesi düştü. Daha fazla dayanamayıp aşağıya indim. Sude anne kıyafetlerimi valizimden çıkarmış inceliyordu.
      "Anne... O kıyafetler benim değil mi ?" ilk kelimeyi tereddüt ederek söylemiştim.
      "Sus kız sen, artık bunlar benim. Güzel zevkin varmış aferin kız kemik torbası." deyip kahkaha attı.
   Sanki o güler yüzlü insanlar gitmiş yerine bambaşka insanlar gelmişti.
       "Peki ben ne giyeceğim ?" sesim biraz hiddetli bir o kadar da çekingendi.
       "Sen ne demeye çalışıyorsun lan, artık bu kıyafetler be-nimm" dedi üstüne basarak.
       "Peki, senin olsun. Ben gider kendime alırım." deyip gülümsemeye çalıştım.
       "Paran mı var lan senin ?" diye hemen atladı Tuğrul baba.
       "Şeyy... Biraz harçlığım var." dedim gülümseyerek.
       "Güzelll..." diyerek oturduğu yerden kalktı ve yanıma geldi. "Ver bakalım harçlığını."
       "Ama onlar benim param." derken geri geri gidiyordum çünkü üzerime geliyordu.
    Adımlarını hızlandırdı, geldi ve hiç beklemediğim o anda okkalı bir tokat attı.
    Yüzüm acının etkisiyle resmen yana savruldu. İnleyerek elimle yüzümü tuttum. Ben şoktan çıkmaya çalışırken babam üzerimi arayıp paralarımı aldı ve beni ittirdi. Tutunacak yerim olmadığından yere düştüm. Canım çok acımıştı ama yaşadığım şoktan ağlayamamıştım bile. İlk kez...ilk kez birinden tokat yemiştim. Ben hiç kavga etmezdim. Gülerdim hep, canım acımazdı böyle. Keşke acısaymış. Keşke acısaydı da alışık olsaydım. Şimdi bu kadar acı vermezdi, değil mi?
   Şimdi diyorum ki keşke gerçekten şaka olsaydı. Yeni yeni anlıyorum. Hayatım mahvoluyordu. Hissediyordum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
İkisinin de yüzüne bile bakmadan yukarı çıktım. Yatağa yattım, böcek möcek o an umursamadım, umursayamadım. Uyumaya çalıştım. Uyuyup her şeyden bir anda olsa kaçmak, kurtulmak istedim.    
Eskidendi o huzurlu uykularım. Şimdi ise gözlerim günün ağırlığıyla kapanırken ilk rahatsız uykuma daldım.

ALTIN KURALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin