Dövüş

68 21 9
                                    

   Sabah, güneş ışığının yüzüme vurmasıyla uyandım. Gözlerimi ovarak yatakta doğruldum. Yanımda kıpırdanan minik bedene baktım. O da uyanmıştı.
     "Günaydın abla" dedi hem neşeli hem de uykulu sesiyle.
     "Güünaayydınn" dedim uzatarak.
Yataktan kalkıp alt kata indik. Çok erken olduğu için annemle babam henüz uyanmamıştı. Ela ile elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra mutfağa geçtik.
      "Güzel bir kahvaltı yapalım mı ?"
      "Yapalımm" dedi ellerini çırpıp kafasını sallayarak.
   Buzdolabının kapağını açtığımda içinde sayılı yiyecek vardı: yumurta, peynir, zeytin, marul ve salatalık. Sadece bu kadar.
   Yumurtaları çıkardım. Dolapları karıştırıp kase aradım. Kaseyi aldıktan sonra üç yumurta kırıp içine biraz da peynir ekledim. Öyle böyle uğraşırken ortaya çok güzel bir 'pazar kahvaltısı' çıkmıştı. Eski, küçük masanın üzerindeki muazzam yiyeceklere bakarken acıkmıştım.
      "Eline sağlık Ela" dedim gülümseyerek.
      "Teşekkür ederim abla" deyip minik elleriyle ağzını örtüp kıkırdadı. Abla bu kelime o kadar güzeldi ki...
      "Siz ne yapıyorsunuz orada?!" Elbette bu sinirli ses Sude anneye aitti.
       "Anne bak, biz çok güzel kahvaltı hazırladık, babamı da..."
       "Sana kim mutfağıma gir dedi..." sesi gereğinden fazla yüksek çıkıyordu. İster istemez geriye bir adım atmıştım. "Sana kim yemeklerimize dokun dedi!" diye bağırarak geldi yanımıza. Mavi gözlerini öyle bir açıyordu ki korkmamak mümkün değildi.
        "Ben... ben ailecek..." sözümü daha bitirmeden bana ve kardeşime tokatlar inmişti, saniyesinde yüzlerimiz sola dönerken bütün acılar sağ yanağımıza toplanmış yüzümüz kıpkırmızı kalmıştı.
        "N'oluyor burada, bu ne gürültü?" babamın sesini duyduğumda hemen kafamı kaldırıp yardım istercesine yüzüne baktım.
"Baba..."
"Ne var, n'oldu ?"
"Ben... bizim için kahvaltı hazırlamıştım ama sanırım annem beğenmedi." dedim anneme bakarak.
"Bizden habersiz yemek yiyeceklerdi hayatım. Daha yemek parası yok gelmiş bizim yemeklerimizden yiyecek, yok ya" dedi hiddetle yüzüme bakıp.
"Ben sizi de..."
"Yemek paranı kazan ancak öyle yiyebilirsin seni evde tuttuğumuza dua et aptal kız !"
"Ama ben burayı hiç bilmiyorum, nerede para kazanacağım ?" dedim çaresizce.
"Cehennemde dövüşüp bize para getireceksin, işte o kadar!" dedi babam, gözleri parlarken.
"Dövüşmek mi? Ben hiç dövüşmedim ki, dövüşmeyi bilmem..." dedim korkuyla.
"Üç hafta sonra maç ayarlatacağım, o güne kadar git öğren nerede ne öğreniyorsan. Eğer kazanamazsan aptal balık, okula yazdırmam seni, dışarıda kardeşinle fahişelik yaparsın ancak öyle para kazanırsın..." dedi iğrenç kahkahasıyla ve ekledi. "Ama eğer kazanırsan seni en iyi okula yazdırırım. Hadi birazcık tolerans yapayım, ilk maçın olduğu için sadece ilk roundu geçeceksin. 2. roundda bırakabilirsin ama unutma bu sadece ilk maçın için geçerli, anlatabildim mi?" dedi göz kırparak.
"Ama ben dövüşmeyi bilmiyorum ki, nereden öğreneceğim, kimden öğreneceğim... Ben bunu yapamam!.." dedim bir hışımla.
"Sen bilirsin o zaman, al Ela'yı da al yanına sokağa çıkın hemen, şimdi!!."
Bir Ela'ya baktım, bir babama... Mecburen dövüşü öğrenip maça çıkmalıydım. Hem kendim için hem de Ela için.
"Tamam" dedim derin bir nefes alıp tek kaşımı kaldırarak. "Dövüşeceğim ama Ela şimdi yemeğini yiyecek."
İkisi de önce Ela'ya sonra birbirlerine baktı.
"Sadece Ela yiyecek, bize para getirdiğinde sende yiyebilirsin." diyen babama bakmadan koşar adımlarla dışarı çıktım. Sertçe vurduğum kapı sesi boş sokağı inletti.
Eminim benim hakkımda daha çok planları vardır, kim bilir daha ne yapacaklardı... Sırf beni cezalandırmak için bile hiç düşünmeden Ela'yı kullanabiliyorlardı. Kendi kızlarını, o küçücük kızı...
Bilmediğim yolda ilerlerken eski hayatım düşüncelerime akın etti. Ne güzel bir hayatım vardı. Arkadaşlarım, tüm tanıdıklarım ve hatta gerçek olmayan ailem... O kadar iyilerdi ki, her şey o kadar güzeldi ki...
Böyle bir hayatımın olacağını hiç düşünmemiştim. Böyle hayat var mı bilmezdim bile ama varmış. Acı bir şekilde yaşayarak öğrendim. Kim bilir daha neler neler görecektim, göstereceklerdi.
Eskiden tanıdığım insanlar 'küçükken çok aptalmışım' deyip geçmişinden kaçardı. Peki ya benim geçmişimi istemem de mi aptallık?
Gözlerim doldu ama ağlamadım, ağlamayacaktım. Artık ben, ben olmayacaktım. Evet, tam olarak böyle. Madem hayatım eskisi gibi iyi değil, neden ben iyi olayım ki ?..
Bunları düşünürken az ilerimdeki hareketlilik durmamı sağladı. İlk baktığımda ne olduğunu anlayamadım.
'Her şey şaka' yazan bir pankart görmek isterdim, oysa karşımda ağaçla dövüşen adamı gördüm.
Yumruk atıyordu ağaca. Bir sağ, bir sol. İki sağ, iki sol. Üç sağ, üç sol ve tekrar...
Fırsat bilip yaptıklarını yapmaya çalıştım. Elimi yuvarladım. Adamı izlediğimde esniyormuş gibi, bir ayağından destek alarak ellerini hareket ettirip ağaca sert yumruklar atıyordu. Aynısını yaptım. Tekrar, tekrar...
Sol, tekrar, tekrar...
Sol, sağ.
Sol, sağ.
Sol, sol.
Sağ, sağ.
Ve tekme attı.
Tekme mi?
Benimde tekme atmak istediğim bir şey var; yeni hayatım...
Havaya bir tekme attım. Sude için, tekrar. Babam için, tekrar. Kendim için, tekrar. Hayatımı mahvettikleri için. En sonunda çığlık atarak durabilmiştim. Tam karşımda bana bakan bir adet 'ağaç döverek meyve vermesini bekleyen' adam. Şaşkınca baktım.
"Ne yapıyorsun?" dedi tek kaşı havalanırken.
"Imm... Ben... Şey yapıyordum..." kem küm etmemden sıkılarak,
"Ne?" diye sorusunu yineledi.
"Ben... Şey kursta öğrenmiştim de "
"Nereden öğrendiğini sormadım."
"Tekme atmaya çalışıyordum." deyiverdim bir çırpıda.
"Bunu söylemek o kadar zor muymuş?" dediğinde gözlerimi devirerek yoluma devam ettim. Biraz ilerledikten sonra,
"Neden beni taklit ediyordun?" diye arkamdan bağırarak sorduğunda olduğum yerde durdum.
Söylemli miydim? Bilmeli miydi? O bir fırsattı bana dövüşmeyi öğretebilirdi. Beni eğitebilirdi. Yada etmezdi. Kendi içimde çelişirken bir cevap beklediğini fark ettim.
"Etmiyordum, yanlış görmüşsün."
"Öyle mi? Peki ne yapıyordun?"
Ona dönüp "Hiçbir şey" dedikten sonra tekrar önüme döndüm.
"Dövüşmeyi öğrenmeye mi çalışıyorsun?" diye sorunca içimde ister istemez bir umut yeşerdi.
Kafamı kaldırdım, yoluma devam etmek istiyordum ama edemedim. Kendimi geçtim evde beni bekleyen minik bir kız vardı.
Geri döndüm. Tam gözlerine baktım. Aramızda biraz mesafe de olsa gözlerinin kahvesi gün ışığı sayesinde parlıyordu.
"Neden beni taklit ettiğini söylersen, sana dövüşmeyi öğretirim." O kadar ciddi bakıyordu ki nutkum tutulmuştu.
"Hayatım için, hatta... hayatımdan çok değer verdiğim birisi için." dedim ve ona doğru yavaş yavaş ilerledim. Tam önünde durdum ve kafamı kaldırarak parlayan kahvelere baktım.
"Sana her şeyi anlatırsam,... bana dövüşmeyi öğretecek misin ? Karşılıksız." dedim son kelimeyi baskın söyleyerek. Çünkü biliyordum yapılan birçok iyilik karşılıklıydı. Çoğu insanda bu böyleydi en azından. Önceden öğrenmiştim bunu. İyilik yaparlar iyi sanırsın ama hepsinin altında hep bir çıkar vardır.
"Bana her şeyi anlatırsan,... sana dövüşmeyi öğretirim. Karşılıksız." dedi aynı benim gibi.
"Neden ısrarla öğrenmek istiyorsun?"
"Affedersiniz küçük hanım ama her gün beni taklit edip bomboş yere tekme atmaya çalışan ve dövüşmeyi öğrenmek isteyen bir kız görmüyorum." dediğinde gözlerimi devirdim.
"Tamam, her şeyi anlatacağım ama kimseye söylemeyeceksin!" dedim tek kaşımı kaldırarak. O da tek kaşını kaldırıp beni baştan aşağı süzdü. Rahatsız olduğumu belli edercesine kıpırdandım.
Tek kaşını kaldırıp,
"Benimle pazarlık mı yapıyorsun?"
"Bunu şimdi mi fark ettin?" dediğimde gülümseyip ağaçların arasına doğru ilerledi.
Biraz tedirgin olsam da ona inanmıştım. Bana yardım edecekti.
 Acaba tedirgin olmakta haklı mıydım?
"Bakma öyle." dedi saçlarımı karıştırarak. Hemen kafamı eğip geri çekildim. Gözlerini devirip,
"Hem sen söylüyorsun kimseye anlatma diye, belli ki önemli, hem de güvenli bir yere gitmekten kaçıyorsun. Sorun değil istersen dışarda konuşalım ama yerin kulağı vardır derler, duymadın mı hiç?" İlerlemeye devam etti. "Ayrıca o etekle dövüşemezsin, tekme atarken her yerin açılıyor pek tavsiye etmem." dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. İlerleye ilerleye küçük kutu gibi bir evin önüne gelmiştik. Adam kapıyı açıp girmemi beklediğinde kıpırdamadığımı fark edince kolumdan tutup beni içeri çekti.
"Şoktan çıkabilirsin, merak etme sapık değilim." deyip beni kapının önünde bırakıp başka odaya gitti.
Geldiğinde elinde siyah eşofman altı ve birde aynı renk tişört vardı.
"İstersen giyin sonra anlat." dedi bir odanın kapısını işaret ederek.
"Anlatacağımdan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ?"
"Nasıl biri olduğun gözlerinden okunuyor, hareketlerin seni ele veriyor ayrıca dövüşmeyi öğrenmeye ihtiyacın var ve taklidimi yaparken çok istekli görünüyordun."
Şaşkınca ona bakmaktan vazgeçip koyu renk kapılı odaya girip üzerimi değiştirdim.
"Neden buradaki evler hep koyu kahve, hep siyah ?" diye sordum odadan çıkarken.
"Çünkü ben öyle istedim, burası ben istediğim için koyu, diğer evlerde umurumda değil." dedi önce ciddi sonra umursamaz tavırla.
"Bende gerçekten bir sebebi var sanmıştım." dedim dudağımı büzerek. O ise gözlerime bakmıştı. Tam gözlerime, en içine, en derine...
"Anlat." dedi karşısındaki koltuğu göstererek.
Hayatımın bir-iki cümleyle nasıl alt üst olduğunu, nasıl değiştiğini, öğrendiğim gerçekleri, her şeyi anlattım. Anlattıklarım arasında dikkatini sadece üç hafta sonraki dövüş çekmişti.
"Orayı biliyorum. Cehennem. Orası içinde bir öğrenci yetiştirmiştim, umarım müsabaka onunla olmaz yoksa ilk roundu göremeyebilirsin, tabi iyice çalışırsan belki bir şansın olabilir." deyip göz kırptı.
"O kadar güçlü mü ?"
"Hayır, sen güçsüzsün. Çıtı pıtı bir şeysin sen 3 hafta içinde de büyüyemezsin çok çalışman gerek. Bir eğitmene ihtiyacın var ve o ben olacağım. Daha önce bir kızla çalışmamıştım, zor olacak gibi."
"Önce ki öğrencin nasıldı ki ?"diye sordum.
"O sertti, sert yapılı. Kara kaşlı kara gözlüydü senin gibi. Ama onun saçları kısaydı."
"Ne bekliyorsun ki o erkek ben kızım."
"Altın kural : Bir cümle söyleniyorsa cümlenin bütün anlamlarını düşünüp ona göre kendi cümleni belirle. Düşünmeden konuşma yani. Benim kast ettiğim onun erkek senin kız olman değil, senin saçının uzun olması, çok uzun." dedi gözlerime bakarak devam etti. "Saçını kesmelisin."
"Hayır. Benim saçımda geçmişim var, onları bırakamam." dedim sinirle.
"Ne geçmişi pardon? Geçmişin bitti. Bir altın kural daha geçmişin yok aklından çıkar artık. Hatırlama, şimdiye bak, geleceğe bak. Artık geleceğini düşünmek zorundasın." dedi ciddiyetle.
Kafamı sallayarak dedim ki "Geçmişini isteyen bir kız, geleceğini yaşayabilir mi ?"
Gözlerime baktı. "Kardeşin için yap o zaman, zaten seni tutan o değil mi ? Kardeşin için kendini düşünmelisin, geçmişini bırak. Bundan sonra kendi çıkarlarını düşünmelisin, kendi geleceğini." dedi.
Gözlerimi kapattım.
"Tamam, yapacağım. Dediğin gibi saçımı keseceğim."
"Altın kural.." dediğinde sözünü keserek araya girdim.
"Bu altın kurallar ne oluyor tam olarak acaba?" Sorum bittiğinde bana bir adet 'ciddi misin' bakışı yolladı.
"Cehennem tehlikeli bir yer, oraya girdin mi yaşamın boyunca seni takip eder. Sadece ring de değil, evinde, sokakta, caddede, ormanda, her yerde seni takip eder. Eğer başarılı olursan seni öldürmek isteyen çok insan olacak, ayağına bir sürü engel bağlayacaklar... Orası iyilerin yeri değil. Gerçekten kötü birisi olamayacağını anlayabiliyorum ama öyle görün, sert dur. Kafanı sakın eğme, dik dur. İşte bu Altın Kurallar  bu dediklerimi yapabilmen için, ayakta kalabilmen için küçük hanım. Onları sakın unutma sakın. Anladın mı ?"
Bir anda her şey ciddiye binmişti, kararlı gözlerle bakıp kafamı salladım.
"Bu kuralların bir listesi yada kitabı falan yok mu? Ezberleyebilirim gerçekten." dediğimde güçlü bir kahkaha attı.
"Ciddi misin?!" güldü...
"Ne?" diyebildim anlamamış bakışlarla.
"Bunları ancak yaşayarak öğrenebilirsin, karşına çıktıkça..." bir yandan gülmeye de devam ediyordu, "Ezberleyemezsin."
"Tamam artık gülme bence, yeter bu kadar güldüğün."
"Tamam... tamam" dedi derin bir nefes alarak.
Ciddileşerek sordum,
"Şimdi n'apıyoruz?"
"Bahçeye çıkalım." ayaklanmış kapıya gidiyordu. Bende kalkıp onu takip edecektim ki karnımın guruldaması tüm odada yankılandı.
"Tamam anladım önce yemek yiyeceğiz." dedi arkasını dönüp karnıma bakarak. Karnımı tutum. Gülümsedim o da gülümsedi.
"Altın kural: Spor yapacaksan spordan önce yemek yeme." dedi tek kaşını kaldırıp, "Bu sadece bugünlük." diyerek ekledi.

" diyerek ekledi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
ALTIN KURALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin