Bölüm Üç: Tanrı'nın Parmak İzleri

254 40 11
                                    

Kyungsoo yerden metrelerce yüksekte, tanımadığı bir adamın beline hayatı pahasına tutunmuş birkaç saat önce ailesiyle yaşadığı ufak veda anını aklından çıkartmaya çalışıyordu.

'Seni sevdiğini söyleyebilirdi.' diyen bir ses vardı kafasında, babası ona veda ettiğinden beri hiç susmamıştı. Kardeşleriyle ve Starklarla sarılırken, en uçuk hayallerinde bile binebileceğini düşünmediği ejderhaya tırmanırken, tanımadığı bir adama sarılırken, yavaşça havaya yükselirken hatta küçüklüğünden beri konusu geçen, Minseok'un okyanus dediği büyük maviliği gördüğünde bile o ses oradaydı. Ve Kyungsoo'ya meydan okur gibi aynı şeyi tekrar edip duruyordu.

'Seni sevdiğini söyleyebilirdi. Biliyorsun, bunu hiç söylemedi.'

Kyungsoo başını o aptal ses kulaklarından düşüp büyük mavilikte kaybolabilecekmiş gibi yana yatırdı. 'O beni seviyor,' diye düşündü inatla. Kimi inandırması gerektiğini tam olarak bilmiyordu ama bunu düşünmek, neredeyse sesli söylemek kadar zordu. 'Beni seviyor. Sadece cesur olmamı istedi.'

Gerisi boşluktu. Üzerinde olduğu ejderha yavaşlarken, Kyungsoo havada öylece süzülüyor olmanın yaşattığı mutluluğu hissetmeye çalıştı. Aklından çıkartmak istiyordu. Babasıyla muhtemel son anının sıkı bir sarılma ve birkaç güzel söz yerine, omzunun sıkılması ve cesur olmasının emredilmesi olduğunu unutmak istiyordu. Ejderha, yavaşça Kışyarı'nın karlı tepesinden yükselirken gördüğü son şeyin babasının diğer kardeşlerine sıkıca sarılması olduğunu unutmak istiyordu.

Babasının yanında kalan kardeşlerine.

Kyungsoo gibi güçsüz olmayan, gerçek bir zırha, silaha ve güce sahip olan kardeşlerine.

"Normalde bu kadar yavaş ve temkinli uçmaz." Kyungsoo, dikkatini üzerinden geçtikleri küçük bina ve surlar yerine konuşan adamın sırtına verdi. Pek verimli bir iletişim şekli değildi fakat onu görmese bile en azından bunun bir şekilde onunla konuşan adama saygı göstermek olduğunu düşünüyordu. "Muhtemelen üşümeni istemiyor. Ya da korkmanı. İki türlü de, Aegon'un benden başka birine bu kadar şefkatli davrandığını görmek komik."

Esen rüzgara rağmen bağırmadan sesini rahat bir şekilde duyuran adam, birkaç saniye için omzunun üzerinden Kyungsoo'ya doğru döndü. Yüz ifadesi söylediği şeyi komik buluyor gibi gözükmüyordu. Daha çok meraklıydı, Kyungsoo'ya çözmesi gereken bir bilmeceymiş gibi bakıyordu. Ne yazık ki Kyungsoo onun bakışlarına karşılık veremeden ya da tam olarak adamın yüzünü inceleyemeden adam tekrar önüne döndü.

"Seni bir süre yanımdan ayırmayacağım." Jong In, ejderhanın boynuzlarını biraz daha sıkı kavrarken Kyungsoo'dan çok kendisiyle konuşur gibiydi. "Yalnızca bir süre, gözetimimde kalman gerek. Yalnızca bir süre."

-

Karasu Koyu'na geldiklerinde güneş ufuk çizgisinde belirmeye başlamıştı. Güneş ışıklarının gökyüzünde bıraktığı kızıllık, denizin hemen kenarında yükselen ejderha şeklindeki taştan kale boyunca uzanıyor, insanda etrafın ateşe verildiği izlenimini bırakıyordu. Kyungsoo korku ve hayranlıkla aynı anda titrerken, yere doğru yavaş bir iniş yapan ejderha pençelerini çoktan karaya geçirmişti.

Kyungsoo yabancı topraklara tamamen iniş yapmalarından itibaren başını nereye çevireceğini bilememişti. Kışyarı'da görebildiği ilgi çekici yerler yıllar önce bir yıldırımın çarpmasıyla yarısını kaybetmiş Yıkık Kale ve meyve sebze yetiştirmek için kullanılan, Kyungsoo'nun girmesinin kesinlikle yasak olduğu Cam Bahçe'den ibaretti. Burada ise göz alabildiğince uzanan taşlı kumsaldan, birkaç metre ötede parlayan septe, kalenin garip biçimli kulelerinden, aşılamayacak kadar yüksek surlarına kadar gördüğü her yer başını döndürüyordu. Adeta küçüklüğüne dönmüş, kendisini nenesinin anlattığı hikayelerden birinde hissetmişti.

Kışyarı'nın en sıcak günlerinde dahi üzerindeki kurt postuyla donma tehlikesi geçirirken, burada yere henüz inmelerine ve yol boyunca maruz kaldıkları rüzgarın etkisinin sürmesine rağmen terlemeye başlamıştı. Yüzüne vuran rüzgar burnunu kopartmaya çalışan soğuk bir düşman değil, kulağına dalgaların müziğini taşıyan sıcak bir dost gibiydi. Ve kendisini her ne kadar ailesine ihanet ediyor gibi hissetse de, ister istemez Ejderha Kayası'nın kasvetli gözükmesine rağmen güzel bir yer olduğunu kabul etti.

"Dinlenmelisin."

Ejderhanın üzerinden indiğini henüz fark ettiği adama döndüğünde, başını yavaşça salladı. Ayaklarını aşağıya sarkıtıp yavaşça kendini bırakmaya hazırlanırken ona doğru uzatılan eli fark etmiş, bir an için duraksasa da sonradan bir tebessüm eşliğinde kabul etmişti.

"Teşekkür ederim."

Ejderhadan indiğinde, başını kaldırıp kendisini getiren adama ilk kez dikkatli bir şekilde bakma imkanı buldu. Gümüşi saçları uçuş yüzünden hafif dağılmış, menekşe gözleri kendisine tutarlı bir mesafeyle bakan adamın ne kadar güzel olduğunu fark ettiğinde bir an için nefesi kesildi. Nenesi Targaryanlar hakkında ona bir sürü şey anlatmıştı. Ne kadar deli olduklarından, Tanrıların dahi onları zaptedemediğinden bahsetmişti. Ama nenesi hiçbir zaman Kyungsoo'ya Targaryanların Tanrı'nın parmak izlerini yüzlerinde taşırcasına güzel olduklarını söylememişti. Kyungsoo hazırlıksız yakalanmıştı, az önce hayranlık duyduğu her şey koca bir boşluktan yuvarlanmış ve hepsinin yerini deliliği adına Tanrıların bahis tutuştuğu bir adam almıştı.

"İyi misin?"

Kyungsoo, parmaklarını hala elini tutan adamın elinden çekerken vücudunu basan sıcaklığın bu sefer Ejderha Kayası'nın nemli havasından olmadığının bilincindeydi. Yanaklarına yükselen kanın sebebi, küçüklüğü boyunca ejderhalarına atlayıp etrafa korku salmalarıyla tanıdığı, yıkım getiren Targaryanlardan biriyle tanışmış olmasıydı. Kyungsoo Targaryanların kötü olduğunu biliyordu. Bunu tekrar tekrar kendine hatırlatmasına gerek yoktu. Nitekim, karşısında öylece duran ve ona patlamak üzere olan bir deniz köpüğü gibi davranan adam, özünde şeytanın kendisi bile olsa güzelliğine diyecek yoktu.

"Dinlenmeliyim."

Az önce kendisine söylenen şeyi tekrarladıktan sonra karşısındaki adamın başını sallamasını izledi. Orada olduğunu yeni fark ettiği tatlı, kendi boylarında bir kız ona uzanıp koluna dokunduğunda korkuyla geriye doğru sıçramış, ardından özür dileyerek hafifçe eğilmiş, ardından babasının bir başkasının önünde eğilmesinin onursuzluk olduğunu düşüneceğini hatırlayarak doğrulmuş, kaşlarını çatmış ve öylece kalmıştı. Ne yapacağını bilemeyen kız, ona doğru uzandığında yalnızca başını sallamıştı.

Menekşe gözlü adamın hala kendisini izlediğinin farkındaydı ve yapmaktan gurur duymadığı şeylere bir yenisini eklemeyi önemsemeden, kızın onun gösterdiği yönde ilerlemeden önce son kez  başını çevirip adama baktı. Öylece dikilmiş, sol vücudunu ağırlığını ejderhaya vermişti ve Kyungsoo'yu inceliyordu. Kyungsoo sadece bir an için, adamın dudaklarında ufak bir kımıldanma fark etti. Fakat sonrasında kız bir kez daha koluna dokunarak ona acele etmesini söyledi ve Kyungsoo utancını da ardında bırakarak, günün yorgunluğunu akıtmak için yeni odasına doğru ilerledi.

Menesis TutuştuğundaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin