Bölüm Dört: Fırtına'yı Zaptetmek

238 41 15
                                    

Jong In giderek uzaklaşan çocuğun arkasından bakarken, kendine gülümsemek için birkaç saniye tanıdı. Parmakları, bakışları onun gibi küçük çocuğu takip eden ejderhanın pulları arasında dolaşıyordu.

"Benden hoşlanmış olmalı." Jong In mırıldandığı şeyden sonra, ejderhadan onay almak istercesine başını ona doğru çevirmişti. Ejderha korkunç dişleri arasından büyük bir duman bulutu üflediğinde güldü ve parmaklarını hızlandırarak başını salladı. "Kesinlikle benden hoşlandı."

Jong In küçük bir çocuğun beğenisini kazanmak için bu kadar muhtaç hissetmesinin nedenini anlayamıyordu. Muhtemelen yaşayan tek ve son safkan Targaryen'dı, eski düşmanlarının kılıçlarından dövülmüş tahta oturması için son birkaç basamağı kalmıştı ve yanından geçerken kızların yapılı vücudunu ve yakışıklı yüzünü beğeniyle süzdüğünün farkındaydı. Jong In krallıkta korkulduğu kadar beğeniliyordu ve odasında -veya başka odalarda- şimdiden birçok kadını ağırlamıştı.

Tüm bunlara rağmen, aldığı eski övgüler ve tatlı dokunuşlar bir hiçmişçesine büyük ve yüce Kim Jong In küçük bir çocuğun yalnızca beğeni dolu bir bakışının kendisini gittiği zorlu bir savaştan zaferle dönmüşçesine onurlu hissettirmesine engel olamıyordu.

Stark çocuğunda bir şey vardı, Jong In'in tam olarak anlayamadığı bir şey. Evinden kopartılmış olmanın verdiği korku ve mesafe Ejderha Kayası'na indikleri anda çocukta yerini merakla harmanlanmış bir heyecana bırakmıştı. Aynı noktada olsalar da çocuk farklı bir yerde yaşıyor, aynı yere bakıyor olsalar da farklı şeyler görüyor gibiydi. Kendine ait bir yerde, kapılarını sıkı sıkı kapatmış yaşıyordu. Neyse ki en azından gördüğü ve yaşadıklarına karşı hissettiklerini saklayamıyordu. Bu yüzden Jong In yalnızca yarım gününü geçirdiği bu çocuğun her hareketini ezberlemek istercesine izliyor, bakışlarını takip ederek az da olsa onun gördüğü şeyleri görmeye çalışıyordu.

Gözlerindeki ışıltı dudaklarındaki gülümsemeyle ilk birleşmesini gördüğünde Jong In bir yere tutunmak istemişti. Çünkü Yedi Tanrı şahitti ki, bu çocukta bir gram sahtelik yoktu. Fısıltıların konuşmalardan daha fazla olduğu bu krallıkta, Jong In yeni ve yalansız bir ses duymaktan fazlasıyla hoşnuttu.

"Belki de onu bu yüzden getirdim." Parmaklarını ejderhasından çekip eski ifadesiz yüz ifadesine döndüğünde, Taş Davul'a doğru yürümeden önce mırıldandı. "Sonuçta o bir erkek. Ve yeni bir ses olmaktan başka bir işe yaramayacak."

-

Taş Davul, Ejderha Kayası'nın merkez kalesiydi. Yıllar önce bir üstad tarafından fırtınaların güçlü rüzgarlar ile duvarlarda çıkarttığı ses yüzünden kale bu şekilde adlandırılmıştı. Kale, taş köprülerle Zindan Kulesi'ne bağlanıyordu ve Ejderhadağı'nın kalbinden aşağıya inen gizli kuyularla gizli geçitlere sahipti. Kimilerine göre Aegon bile Taş Davul'daki gizli geçitlerin hepsini bilmezdi.

Boyalı masa ise Taş Davul'un üst katında yer alan yuvarlak bir odaydı. Tam ortasında

çam oymasından on altı metre uzunluğunda büyük bir masa, Westeros'un ayrıntılı haritası şeklinde boyanmıştı. Krallık adına verilen tüm kararlar, savaş planları hatta ufak aile toplantıları bu odada, bu masanın etrafında yapılırdı.

Bugünlük odada yalnızca iki kişi vardı: Sinirden kulaklarına kadar kızarmış, her an bir şeyleri fırlatabilecekmiş gibi gözüken Baekhyun ve onun tam aksi, korkutucu denebilecek kadar sakin gözüken Jong In.

"Bunu yaptığına inanamıyorum." Baekhyun, beşinci kez aynı şeyi tekrarladığında Jong In gözlerini devirmekle yetindi. "Bir çocuk. Bir oğlan çocuğu! Üstelik Stark adamının çocuğu bile değil!"

"On sekiz yaşında Baekhyun, bu onu bir çocuk değil yetişkin yapar." Baekhyun, Jong In'in kısa savunmasını duymamış gibi devam etti.

"Ve onu Aegon'a mı bindirdin? Öylece? Üstad Ebrose'u Kuzey Westeros'un göbeğinde bırakarak üstelik? Üstadı tutsak alabileceklerini hiç düşünmedin mi? Bu kadar beyinsiz misin?"

"Üstadı tutsak alabilecekleri ihtimalini düşünmedim, daha çok umdum. O üstad beş para etmez bir adam. Bildiği her şeyi öğrencilerine aktardığına göre ona pek de ihtiyacımız kaldığı söylenemez."

"Bu kadar umursamaz olmana inanamıyorum!"

Baekhyun ellerini kaldırıp sertçe masaya vurduğunda, Jong In sandalyesini iterek ayağa kalktı. Baekhyun'dan iki baş uzundu ve çok daha yapılıydı. Menekşe gözleri, kardeşinin gök mavisi gözleriyle birleştiğinde Baekhyun geri adım atmasa da masanın üzerindeki ellerini yumruk yapmıştı.

"Ben de bir sonraki kralına böyle bağırdığına inanamıyorum Baekhyun. Bir başkası olsa kellesi çoktan gitmişti." Baekhyun'un dudakları kral kelimesiyle düz bir çizgi halini alırken, Jong In konuşmaya devam etti. "Sarayda haberlerin neredeyse Fırtına kadar hızlı yayıldığını görmek beni şaşırttı. Daha çok şaşırtan şey ise, bu haberleri zapt edebiliyor olman."

Jong In, kardeşinin yüzünün Fırtına adı geçer geçmez ani bir bozgunla buruşmasını en ufak bir merhamet duygusu hissetmeden izledi. Baekhyun, kralın Lannister soyundan bir kadınla evliliğinden doğan tek çocuktu. Kralın diğer çocukları aksine, Targaryen özelliklerinden neredeyse hiçbirini göstermiyordu. Gözleri diğer kardeşleri gibi menekşe renginde değil, gök mavisiydi. Saçları gümüşi değil altın rengindeydi ve hiçbir ejderha Baekhyun'un sözünü dinlemezdi.

Altıncı yaş gününde, Baekhyun'a çok güzel bir ejderha yumurtası hediye edilmişti. Aegon'un annesinden olan bu ejderha yumurtası çatladığında, Fırtına Kayası'ndaki en hızlı ejderha dünyaya gelmişti. Diğer ejderhalar kadar yapılı ve büyük olmasa da, neredeyse bir şimşekten kaçınabilecek kadar hızlı olan bu ejderha'yı Fırtına olarak çağırıyorlardı. Fırtına, Baekhyun'un kucağında büyümüş olmasına rağmen saf bir Lannister olan Komutan Park olmadan Baekhyun'un kendisine binmesine izin vermiyordu.

Lannister adını haykıran mavi gözlerine, altın sarısı saçlarına ve yalnızca annesinden aldığı yüz hatlarına bir de safkan bir Lannister'dan ejderhaya binme dersleri aldığı dedikoduları eklenince saraydaki şüpheler büyümüştü.

Saray halkına göre Baekhyun, annesinin saraya gelmeden önce akrabalarından biriyle birleşmesi sonucu hamile kaldığı çocuğuydu. Kimisi kralın bunu bildiğini ve ona rağmen kadını çok sevdiği için yatağına aldığını, kimisi ise kralın henüz hamile olduğu belli olmayan kadın tarafından kandırıldığını savunuyordu. Gerçek ise ne yazık ki asla öğrenilememişti, çünkü zavallı kadın Baekhyun dünyaya gelir gelmez Tanrıların şefkatli kollarına kavuşmuştu.

Sonuç olarak Baekhyun, krallığın gözünde en az Jong In kadar iğrenç ve onun kadar günahkardı. Aralarındaki tek fark, Jong In ileride tahta geçecek güçlü varisken, Baekhyun halk arasında yalnızca sahte prens olarak anılıyordu.

"Babam seni mahvedecek." Baekhyun, dolmaya başlayan gözlerini silmeye gerek duymadan Jong In'e baktı. "Babam seni ve o çocuğu mahvedecek Jong In."

Jong In, bir an için itiraz edecek ve Baekhyun'u zayıf bir noktasından daha vuracak olsa da, karşısındaki çocuğun yüz ifadesi onu durdurmuştu. Her ne kadar Jong In inkar etmeye çalışsa da kardeşi onu tehdit etmiyor, yalnızca uyarmaya çalışıyordu.

"İyi olacağım Baekhyun." Jong In, aralarındaki mesafeyi birkaç adımda aşıp sekiz kardeşi arasından içtenlikle sevdiğini söyleyebileceği tek kardeşine sarıldı. Küçük bir çocuğun, yalnızca Ejderha Kayası'na gelişinin en fazla neyi mahvedebileceğini düşünürken mırıldanmıştı. "İyi olacağız."

Menesis TutuştuğundaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin