Bölüm İki: Tacın Gölgesindeki Adam

255 44 23
                                    

Jong In, sırtına oturduğu ejderhanın boynuzları arasından birkaç metre ötesindeki tartışmayı izliyordu. Günlerdir yollardaydı, kendisiyle konuşmayı geç, korkudan gözlerine dahi bakamayan yaşlı bir adamla oradan oraya dolaşıyor ve bu adamın kendisine göre ona uygun kızlar belirlemesini bekliyordu. Ardından belirlenen kişilerin ailelerine kızlarının Ejderha Kayası'nda olması gereken zaman söyleniyor ve bir sonraki aileye doğru yola çıkılıyordu. Uzun ve kısa, sarışın ve esmer. Şimdiye kadar altı genç kız alınmıştı ve sonuncusu için Jong In'in ilgisini en az cezbeden yere gelinmişti:

Kuzey'e, Kışyarı Kalesi'ne.

Jong In bir kez daha Stark'ın kız çocuklarına alıcı gözle bakmaya çalıştı. Stark kızları diğer kızlara göre daha yapılıydı, çehrelerine kazınmış bir sertlik vardı ama ara sıra ejderhaya doğru attıkları bakışlardaki korku gizlenemeyecek kadar fazlaydı. 'İki yüzlüler' diye düşündü Jong In içinden. Şu ana kadar gittikleri her yerde, ya samimiyetsiz bir saygıyla ya da inatçı bir gururla karşılaşmışlardı. Ve ikisinin altında da gizlenen şey aynıydı: Korku. Jong In, bu küçük insanların kendilerinden korktuğunu biliyordu. Ellerinde olsa, onu yok saymak isteyeceklerini biliyordu.

Dürüst olmak gerekirse, Jong In'in elinde imkan olsa, Jong In de onlara karşı aynı şeyi yapardı.

En başından beri bu aptal eş seçme töreni için yaşlı adama eşlik etmek istememişti. Henüz dile getirilmemiş olsa da, Jong In seçilen kızlardan en az biriyle krallıkların arasını hoş tutmak için bir evlilik yahut en azından bir çocuk yapması gerekeceğini biliyordu. Onun için fark etmezdi. Ona kalsa yalnızca bir gece yatağını ısıtacağı bir bedeni yaşlı moruğun tek başına seçmesinde hiçbir sakınca yoktu. Böylece Jong In kalede kalırdı ve savunma derslerine devam ederdi. Ama babası Jong In'den tamamen farklı düşünüyordu.

'Sen,' demişti, Jong In isteksizliğini olabildiğince saygılı bir şekilde yaşlı adama dile getirdiğinde. 'Bu hanenin geleceği olacaksın. Git ve bir sonraki krallarının istediğinde ellerinden en değerlilerini alabilecek kadar güçlü olduğunu göster.'

Jong In ilk önce babasının gururlu yüzüne ve elindeki içki kadehine, ardından başındaki taca bakmış ve başını kısaca sallamıştı. Jong In elbette moruğun tek çocuğu değildi. Resmiyette 5 erkek, 3 tane de kız kardeşi vardı. Resmi olmayanların ise sayısı için ise muhtemelen Tanrı bile saymayı bırakmıştı.

Jong In'i diğer kardeşlerinden ayırıp babasının gözünde müstakbel kral yapan şey Jong In'in savaş alanında gösterdiği üstün başarılar yahut ona ders veren üstadlardan gelen övgüler değildi. Jong In'i babasının gözünde kral yapan tek şey, onun kralın kız kardeşinden olma tek çocuğu olmasıydı. Evet, Jong In saf ejderha kanı taşıyan tek çocuktu. İki kardeşin meyvesiydi ve babası bundan gurur duyarken, Jong In bunu ne zaman düşünse, krallığın geri kalanı gibi, yalnızca kusmak istiyordu.

Bir akraba evliliğinden doğmuş yasak bir çocuk olsa da, krallıktaki insanların hepsi arkasından atıp tutsa da, diğer erkek kardeşleri babasının tüm söylediklerine rağmen taçtan henüz vazgeçmemiş olsalar da Jong In tacın beklediği kraldı. Bu yüzden ne olursa olsun, nezaketle yahut zorla, tacı alacaktı. Bunun bilinciyle hem babasının gönlünü hoş tutmaya çalışarak söylediklerini yerine getiriyor hem de tacın gölgesi altında ezilmemek için her geçen gün biraz daha güçleniyordu.

Kuzeyden esen rüzgar, hayatı boyunca giydiği en kalın pelerini dalgalandırarak Jong In'i düşüncelerinden alıp tekrar devam eden tartışmanın olduğu yere getirirken Jong In hissettiği bıkkınlığın yüzündeki çizgilere sızmasını önlemeye çalıştı. Tam acele etmelerini bağırmak için dudaklarını aralamıştı ki, üzerinde olduğu ejderha Jong In'i şaşırtarak öne doğru eğildi ve Jong In'in orada olduğunu daha önce fark etmediği bir çocuğa doğru nefesini üfledi. Jong In, çocuğun korkup arkasına bakmadan kaçmasını zevkle izlemek için duruşunu dikleştirirken çocuk onu şaşırtarak ejderhaya bir adım atmıştı. Ejderha diğer pençesini uzattığında Jong In kaşlarını çattı. Aegon, tüm Ejderha Kayası'ndaki en korkutucu ejderhalardandı. Jong In dışında onu zaptedebilen kimse yoktu. Taşıdığı ejderha kanıyla övünen babası bile Jong In olmadan Aegon'a yaklaşamazdı. Böylesine korkutucu ve başına buyruk bir ejderha, Jong In'in çenesine zar zor gelecek bir çocuğun karşısında ufak bir köpek yavrusuna dönmüştü adeta.

Çocuk hızlanan adımlarla giderek ejderhaya sokulurken, Jong In ejderhanın boynuzlarından tekini kavramıştı. İlk kez kendini temkinli davranmak zorunda hissediyor gibiydi çünkü yüzüne yerleştirdiği gülümsemesi ve kaldırdığı eliyle yaklaşan çocuğun temkinli davranmaya pek de niyeti olmadığı açıktı.

Çocuğun parmakları ejderhaya dokunduğunda, ejderha belli belirsiz bir homurtuyla karşılık vermiş, Jong In tuttuğunu fark etmediği soluğunu bırakırken ejderhayı kavrayan elini gevşeterek geri çekmişti. Çocuğun yüzündeki mutluluğu doyasıya seyrederken, onun dudaklarındaki gülümsemenin bir gölgesinin kendi dudaklarına yansıdığını fark etti ve kendini toparlamaya çalışarak gözlerini kaçırdı. Hala hangi kızın Targeryenlara verilmesi gerektiği hakkında konuşan kalabalığa bakarak, eliyle çocuğu işaret etti ve en ufak tereddüt barındırmayan sesiyle gürledi.

"Onu istiyorum."

Kısa bir sessizlikten sonra, art arda gelen itirazlar başlamıştı. Jong In herkesin bir şeyler söylemeye çalıştığının farkındaydı. Çocuğun Stark Lordu'nun çocuğu olmadığını söylüyorlardı. Henüz reşit olduğunu, bir işe yaramayacağını. Jong In gözlerini birbirine karışan sözcüklerin kaynağından ufak çocuğa doğru çevirdi. Çocuğun gözlerindeki merak, korkusunun bir kısmını bastırsa da çocuk hissettiği korkuyu gizlemeye gerek duymuyordu. Az önce kendisinin yirmi altı katı olan bir ejderhaya korkusuzca yaklaşan çocuk, söz konusu evinden uzaklaşmak olunca titremeye başlamıştı.

Ve Jong In bunu tekrar gülümsemek isteyeceği kadar sevimli bulmuştu.

"Üstad Ebrose."  Jong In tekrar konuştuğunda konuşmalar bıçak gibi kesildi. Jong In gözlerini çocuktan, kendisini oracıkta öldürmek ister gibi gözüken yaşlı adama çevirdi. "Onu yanıma alacağım." Söylediği şeyin bir rica olmadığını göstermek istercesine kükreyen ejderhasının boynunu okşadı. "Şimdi."

"Fakat efendim. O bir kız değil. Dahası hazırlıklar yapılmalı. Ve süre... Ayrıca ejderha sırtında üç kişiyle Dar Denizi geçmek konusunda zorlanacaktır..." Jong In, sesi hepsinden daha yüksek çıkan yaşlı adama kaşlarını çattı. Bu adamdan nefret ediyordu. Tüm kale içindeki en bilgili üstad olabilirdi. Ama nerede nasıl davranması gerekeceğini bilemeyecek kadar aptal, söylememesi gereken şeyleri söyleyecek kadar patavatsızdı. Bilgelik ve cahillik cüppelerini aynı anda giymeye çalışan bir korkaktı ve eğer doğuştan korkaklığı doğuştan aç gözlülüğünü ara sıra frenlemiyor olsa, muhtemelen gövdesiz başı çoktan septte yerini almış olacaktı.

"Üstad." Jong In, ejderhanın pullarını okşarken menekşe rengi gözlerini adamın gözlerine dikti. Jong In ile göz göze gelince irkilmesine engel olamayan üstad, genç adamın gözlerinin bir an için kırmızıya döndüğüne yemin edebilirdi. "Çocuk, benimle geliyor." Jong In, herkesin anlayabilmesi ve durumu sindirebilmesi için bir süre bekledikten sonra devam etti. "Bu sırada siz de burada onun için hazırlıkları yapın. Eğer Starklar ve çocuğun ailesi uzun bir veda istiyorlarsa, Ejderha Kayası'na gelebilir ve birbirlerine orada veda edebilirler. Bugün güneş batmadan yola çıkacağız."

Menesis TutuştuğundaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin