Jong In, uykusuzluktan kızarmış gözleriyle parmakları arasında sıktığı küçük siyah battaniyeye bakıyordu. Yalnızca birkaç dakika önce Kyungsoo omuzları üzerinden indirdiği battaniyeyi, Jong In'in kucağına bırakmış yumuşak sesiyle iyi geceler dileyerek yanından ayrılmıştı. Jong In, dört buçuk aydır her gece olduğu gibi onun uzaklaşmasını beklemiş, ardından solmuş kahverengi çiçeklere bakmış ve ayağa kalkarken derin derin iç geçirmişti.
Şimdi de odasında, kucağında Kyungsoo'nun kokusunu taşıyan bir battaniyeyle oturmuş ne yaptığını düşünüyordu.
Yalnızca birkaç ay önce, tek istediği bakanları titretecek altın bir taç takarak düşmanlarının kılıçlarından ejderha ateşiyle dövülmüş bir tahtta oturmaktı. Gözlerinin seçtiği tek şey altın, ulaşmaya çalıştığı tek şey güçtü. Oysa şimdi, kendisini parmaklarında altın yüzükler yerine Kyungsoo'nun parmaklarını ararken buluyor, gözleri demir tahttan çok eski bir ağacın altındaki toprak zemini arıyordu.
Elinde sıktığı battaniyeyi burnuna götürüp kokusunu içine çekti. Jong In Tanrı'lara inanmaya çok uzaktı fakat eğer gerçekten melekler varsa, solukları en fazla bu kadar güzel kokardı. Jong In hala böyle hissetmesinin sebebinin ne olduğunu anlayamıyordu.
"Jong In." Baekhyun, kapıyı tıklatarak içeri girmek için izin istediğinde Jong In elindeki battaniyeyi kenara bırakarak yatağından kalktı. Baekhyun, Jong In daha ağzını açmadan kapıyı araladı ve endişeli gözlerini yatağın önünde dikilmekte olan ağabeyine doğrulttu. Birkaç saniye söyleyeceği şeyde tereddüt eder gibi dursa da, sonrasında iç çekti ve konuşmadan önce ne zaman kötü bir haber verse yaptığı gibi ellerini saçlarının içinden geçirdi. "Ufak bir sorunumuz var."
-
"Üzgünüm majesteleri, ama hala o'nu neden görmek istediğinizi anlamış değilim." Jong In büyük salonun ortasında diz çökmüş, kendisiyle ilgilenme konusunda olan isteksizliğini her haliyle belli eden adamın gözlerine bakmaya çalışıyordu. "Bu gece yemek için yanımda Tully Hanesi'nden Lysa'ı getirmemi istediğinizi sanıyordum."
"Kokuşmuş bir balık ve genç bir kurdu aynı anda idare edemeyeceğimi mi düşünüyorsun Jong In?" Kral büyük odada dolaştırdığı bakışlarını sonunda kendisine ısrarla bakmaya devam eden çocuğuna çevirmişti. "Kararlarımı ne zamandır sorguladığını merak ediyorum. Yakında tacı takacak olman, kralın olduğum gerçeğini değiştirmiyor."
Jong In gözlerini kaçırarak başını eğdi ve tekrarladı. "Üzgünüm majestleri."
Kral, öz oğluna şöyle bir baktı. Yanındaki muhafızları her duruma karşı ellerini kılıçlarına atsalar da kral onları elini havaya kaldırarak durdurmuştu.
"Bir kralın gazabı, merhametinden çok daha büyüktür oğlum. Kellen hala omuzların üzerindeyken bunu aklında bulundur ve beni bir daha boş şeyler için rahatsız etme. Şimdi, çekilebilirsin.
Jong In bir kez daha eğildikten sonra ayağa kalktı ve ardına bakmadan hızlı adımlarla büyük salonun çıkışına ilerledi. Kapı niyetine oyulmuş koca ejderha ağzından dışarı çıktığı anda köşede pusu kurmuş Baekhyun yolunu kesti ve adımlarını sinirden burnundan duman çıkartmak üzere olan abisine uydurmaya çalışırken kaşlarını kaldırarak ona baktı.
"İyi geçmedi ha?"
Jong In basit bir hayır cevabı verdiğinde Baekhyun ellerini arkasında birleştirdi. Kendi etrafında birkaç kez zıplayarak tam bir tur attı. Dışarıdan bakan biri Baekhyun'un şımarıklık yapıp oyun oynamaya çalıştığını sanabilirdi ama tek yaptığı yalnız olduklarına emin olmaktı.
"Ondan ne kadar hoşlandığını belli etmemeye çalış Jong In."
Baekhyun yüzündeki koca gülümsemesine ters düşen endişeli bir tonda fısıldamıştı. Jong In Baekhyun'un endişesine ortak olup titrerken Baekhyun ondan biraz uzaklaştı ve bu sefer neşeli bir şekilde, neredeyse bağırarak konuştu. "Bu yüzden bu sefer yemek masasında babamın sağ tarafında ben oturacağım!"
Jong In fazla mutlu bir şekilde yanından ayrılan Baekhyun'un arkasından bakarken rol yeteneğine imrenmeden edememişti. Yalnızca birkaç saniye önce dünyanın sonu gelmiş gibi onu uyaran çocuk, şu an hiçbir derdi yokmuşçasına koridorda neredeyse zıplayarak yürüyordu. Saray halkı arasında hoppa, çocuksu ve kimisi tarafından aptal olarak bilinen Baekhyun aslında Targaryen çocuklarının en zekisiydi. Saray duvarları şeffaftı ve burada yapılan yahut konuşulan hiçbir şey gizli kalmazdı. Bunu bilen Baekhyun kendisini zararsız biri olarak gösteriyor, düşmanlarının onu hafife almasını sağlıyor ve en olmadık zamanlarda onları kendi silahlarıyla vuruyordu.
Jong In'e göre, Baekhyun şimdiye kadar hayatta kalmasını buna borçluydu.
-
Jong In, kaleleri birbirine bağlayan taş kemeri aşıp hole doğru ilerlerken Baekhyun'un söylediği şey zihninde dönüp duruyordu.
'Ondan hoşlandığını belli etmemeye çalış.'
Jong In o an Baekhyun'a söyleyememiş olsa da Kyungsoo'dan hoşlanmıyordu. Yalnızca gülümsemesini hoş buluyor, kokusuna tapıyor, gecelerini onunla harcamayı seviyor ve ara sıra gün içinde varlığını özlüyordu. Bunlardan hiçbiri ondan hoşlandığını göstermezdi. Sonuçta Jong In, bir kez bile Kyungsoo'yu öpmek istememişti.
İstemiş miydi?
Kaşları çatılırken, buluşmalarını düşündü. Dört buçuk aydır tek temasları el ele tutuşmak olmuştu. Ve bir gece, Kyungsoo çok yorgunken kısa bir süre Jong In'in omzuna başını yaslamış, öylece uyuyakalmıştı. Jong In başta bir heykel gibi hareketsiz kalsa da, sonradan ilk kez bu kadar yakından bakma şansı bulduğu çocuğu doyasına incelemiş, parmaklarını yumuşak saçlarında dolaştırmış ve kokusunun ciğerlerine dolması için kendine birkaç saniye izin vermişti. Ama tam ona doyamadan, Chanyeol yanlarına yaklaşarak gitmeleri gerektiğini söylemiş ve Kyungsoo'yu uyandırmıştı.
Jong In'in o an Chanyeol'a duyduğu nefreti hayatı boyunca herhangi bir şeyle kıyaslaması mümkün değildi.
Ama Kyungsoo bir erkekti. Yumuşak yüz hatları, tatlı ses tonu hatta Jong In'in kendini şanslı saydığı bir gün ufak bir meltemin cübbesini havalandırdığında gördüğü düzgün bacakları bu gerçeği değiştiremezdi. Kyungsoo bir erkekti ve Jong In soyunun devamlılığı için bir kadınla olmalıydı. Tabii eğer kara büyüyle bir erkeğin hamile kalması mümkün değilse...
Jong In beklendiği hol ve bulunduğu koridoru ayıran kapının önüne geldiğinde geldiğinde burnunu baş ve işaret parmağıyla yavaşça sıktı. Uykusuzluk ve yorgunluktan saçmalıyordu. Jong In Kyungsoo'dan hoşlanmıyordu. Jong In Kyungsoo'yu beğenmiyordu bile. Kyungsoo, sadece her gece kaçtığı bir sığınaktı.
Ve asla daha fazlası olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Menesis Tutuştuğunda
Fantasymenesis tutuştuğunda (game of thrones) / kaisoo / fantastik, macera, aksiyon /12k