Reyhan hayatının en uzun üç saatini mezuniyet töreninde harcadıktan sonra eve dönüş yolunda ağlamaklıydı. Yirmi üç yıl bile böylesine uzun gelmemişti, o derece isyan edesi vardı. Dönüş yolunda yanına oturan annesi saçlarını okşadığı Reyhan'ı teselli etmekten çok uzaktı.
"Yavrum, üzülme artık. Ne güzel konuştun, tüm hocaların alkışladı seni."
Alkışlamışlardı alkışlamasına da sökülen elbisesi, diplomaların verileceği amfi tiyatro görünümlü alana giden merdivenleri çıkarken yırtılmıştı. Üçüncüden başlayarak derece alanlar çağrıldığında kendi ismi anons edilince bir de o basamakları inerken yüksek topuklu ayakkabılardan dolayı ayağı burkulmuştu. Herkes Reyhan Göbekli'yi kürsüde görmeyi beklerken o yere kapaklanmıştı.
"Kızım boşuna mı uyarıyoruz seni? Giyme böyle şeyler."
"Abi sözü dinlemezsen böyle olur işte."
"Reyhan üzülme kardeşim. İyi tarafından bak bir de. Üstünde cüppe olmasaydı kabak gibi kı..."
"Sus, Seyhan. Üzülme deyişin bile beni yerin dibine sokuyor."
Ağabeyleri aralarında gizli bir anlaşmaymış gibi büyükten küçüğe kendince haklı nedenlerini sıralarken Reyhan iki gün uyumayı düşünüyordu. Uyanacak ve bu kabus bitecekti. Gözlerini İstanbul'da açacağı o sabah çok yakındı. Hayır, Seyhan haklıydı üstelik, bunu yediremiyordu kendisine. Mezuniyet töreni sonrası tüm öğrencilerin cüppelerini teslim etmeleri gerekiyordu ve Reyhan, onu kamufle eden o kıyafet olmayınca düşmanın önünde açığa çıkmış gibi hissetti. Elbisenin arkasındaki minik yırtmaç artık minik değildi ve bir süre sonra nefesini tutamaz hale gelince yağlarını da ustalıkla göstermişti.
"Üzülme gözel gızım, bakma sen ağabeylerine, onları kürsüye çağıran hocaları olmadı. Hem herkesin başına gelebilir."
"Baba, yapma Allah aşkına. İki beden küçük elbise alacak Reyhan Hanım, daha arabaya binerken yırtılacak, topuklu ayakkabıyla basamakta takılıp bin kişinin önünde düşecek, herkes oradaydı bir bizimkinin başına geldi, niye? Çünkü..."
"Yeter ya. Ölmeden mezara koyacak bunlar beni. Bezdim valla."
"Hii, ağzından yel alsın. Üzmeyin kızımı. Hakkımı helal etmem."
Annesinin oğullarının sesini kesme yönetimini geç fark etmesine Reyhan tam içerlenecek gibi olurken şükrediyordu. Keşfetmeyebilirdi de neticede.
Eve girer girmez kendisini odasına kapatan Reyhan akşam yemeği için çıktı oradan. Boğazını iki saat tutabilse çıkmazdı ya neyse. Ertesi gün ve pazar günü de sadece bir şeyler atıştırmak için bir araya geldi ağabeyleriyle. Anne babasının ısrar etmeleri bile gerekmemişti. İki gündür konu kendisiyken akşam yemeğinde konu bir anlığına kendinden uzaklaşır gibi oldu.
"Erhan, bizim Hamide'nin kızı Antep'e atanmış öğretmen olarak. Bir görüşün oğlum."
"Bizim Hamide kim anne ya?" Reyhan komşuları Hamide Teyze'yi hayal meyal hatırlıyordu. On beş yıl önce taşınmışlardı başka bir ilçeye. Erhan nasıl hatırlamıyordu hayret. Kızları Hediye Abla'yı unutmasına ise şaşırmıştı. Liseye birlikte gitmemişler miydi?
"Niye Erhan'a söylüyorsun anne ilk? Bana ayarla Hediye'yi." Bu ilginçti işte. Serhan hatırlıyordu. Hmm. Dinleyeyim de kimin kısmetini baltalayacağımı bileyim.
"Oğlum abin evlenmeden sana sıra geçmez. Bak Erhan, Serhan hatırlıyor Hediye'yi. İngilizce Öğretmeni yedi yıldır. Tayin istemiş, burası olmuş." Annesinin öğretmenlere karşı zaafı vardı. Kendisi de emekli Türkçe Öğretmeni'ydi ve yıllar önce ilk tayin yeri olan Antep'te babasıyla tanışıp evlenmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk Benim Hamurumda Var (RAFLARDA 🧡)
General FictionReyhan hayalindeki meslek olan aşçılığı yapmak için ailesiyle seçtiği bölümü birincilikle bitirmek zorundaydı. Olmak istediği şehirde en ünlü mimarlık firmasından teklif alabilmesi buna bağlıydı. Bitirdi de. İstanbul'a gitmek için daha önce hiç bin...