Dudaklarımdan puslu havaya doğru oldukça histerik ve bir o kadar da insanı rahatsız eden bir edayla gökyüzüne yükselen sigara dumanı önce nefesimi ardından da ellerimi ısıtıyordu soğuk duvarların arasında.
Cehennem diyerek adlandırdığım bu akıl hastanesi insanın içini korkutacak cinstendi lakin benim ufak bedenimin heyecanın doruklarına çıkmasına yardımcı olmuştu.
Ürperiyordu insan, bir bebek gibi ürperiyordu kilise yakınlarına inşaa edilmiş bu akıl hastanesinden ve her gün araba dolusu mahkumun infaz için yürüdüğü taş kaldırımlardan.
Kasketimi yavaşça rugan çantamdan çıkarıp valizimin üstüne bıraktım.. Ardından hafif göbekli, çatık kaşlı, insanı rahatsız eden gözlere sahip ve oldukça yakışıklı bir erkek ile karşılaşmıştım. Solmuş çiçeklerin, soldurulmuş çiçeğimin sahibi ile kesişiyor, ufak puslu döküntü ruhumun kesikleri ile sevişen gözlerim.
Ellerimi ellerimin üstüne koyuyor ve ilk kez gördüğüm adamdan çekinir gibi bir hale bürünüyorum. Ürpertiyor beni, ayaklarım geriye doğru adımlıyor.
Ona bakılınca çiçeklerin soldurulduğunu, görürdünüz ona bakılınca çiçeğimin soldurulacağını görürdünüz.
Karşımda küstah bir tavra bürünen çatık kaşların sahibi olan adam, masasının hemen yanında duran kahve doldurduğu fincanlardan bir insanın ruh halini bozan bir edayla ellerime uzatıyor ve hafif sakallı yüzünü okşamaya başlıyor.
Ellerinden aldığım kahve fincanını hemen yanımda ki komidine koyuyor ve yutkunmaya başlıyorum. Karşımda duran adam bana... "Kaç, kurtul benden. Felaketinim." diye bağırıyormuş gibi geliyor. Oluyor da, sahiden en acı yıllarımı ve en eksik tarafımı sanki daha fazla kanatabilirmiş gibi kanatıyor. Elio çok ama çok çirkinleşiyor zamanla..
Sakallarını histerik ve insanın akli dengesini bozacak kadar küstahça kaşıdıktan sonra hemen ötemde duran masasına seri hareketler ile geçti. Bacaklarını, ufak bir Hanımefendi gibi üst üste atarak bir kaç belgeye ilişti gözleri. Arada sırada kaşlarını indirip kaldırarak gözlerini buluşturmuştu gözlerimle. Saatlerdir odasındaydım ve o gerçekten de beni unutmuştu. Ne de garipti bir insan yanında nefes alırken, onun varlığını yok saymak.
Elinde tuttuğu sigara ile arkadan bakıldığında kasabanın genç kızlarını etkileyen ve onlarla genelevde buluşarak gününü gün eden serserilere benziyordu.
Sigara dumanı belli ki boğazını kurutmuştu hafifçe öksürdü ve sabahın erken saatlerinde Almanya'dan getirildiği belli olan birayı dudaklarına misafir etti.
Sonrada dudaklarından insanı güvene davet eden bir ses yükseldi. En sonunda hatırlamıştı beni, ufak bir kahkaha atmak istesem de içimde biriktirdim kıkırtılarımı.
-Hm.. demek isminiz Park Jimin. Kasabadan gibi gözükmüyorsunuz Bayım.
Ondan çekinmiyordum lakin yine de içime bir korku, rahatsızlık yuva yapmasna da engel olamamıştım. En sonunda kıdemlim olduğunu hatırladığım vakit, bir kaç cümlenin ağzımdan dökülmesine izin verdim.
-Büyükbabam ile uzun zaman önce Nor-
Ellerini lüzumu yok dercesine bir ileri bir geri salladı, sonra ise artık odadan çıkmam gerektiğini belli eden bir kaç işaret yaptı. Tekrar masasına oturdu ve bir kaç belgeyi daha karıştırarak:
-113 bu odada ki hasta ile ilgilenmeni istiyorum. Kendisi 'Anksiyete bozukluğu' gösteriyor. İleri bir vaka değil fakat yine de Büyükannesi onu uzun bir süre önce buraya bırakınca, gerekli nakiti verip özel doktor tutulmasını gerekli gördü.
Başımı hafifçe kaldırıp parmaklarında sallandırdığı 113 numaralı anahtarı kapıp gözlerimi kıstım. Anahtarı avuçlarımda sıkınca yüreğimin de bilinmeyen eller tarafından sıkıldığını hissettim. Sanki bedenimin içini oyup derin bir kuyuya atıyorlar gibiydi.
Nasıl olduğu bilinmez kendime gelip odadan çıkmak üzereyken,Bay Elio'nun dudaklarından bir kaç kelime döküldü.
-Valizinin Bay Park, unutmayın lütfen.
Şaşkınlık ve heyecan doruklarımda gezinirken, hafifçe teşekkür ettiğimi belli eden bir kaç mırıltı yükseldi dudaklarımdan. Saygıdan dolayı eğilerek ona gülümsedim.
Geriye dönüp ağır valizi ellerimin arasına aldım ve kasketimi saçlarıma geçirdim. Tam o sırada Bay Elio tekrar dudaklarından, bedenimi saç diplerine, parmak uçlarına kadar yaralayacak sözcükleri etmişti.
-Bay Park 113 numaralı odada kalan hasta kör. O yüzden sadece özel olarak onunla ilgilenmenizi istiyorum. İsmi Jeon Jungkook. Biraz da size benziyor. Asyalı galiba kendisi.
Bedenimin bu ismi jungkook'u duyması ile titremesine anlamını hala anlayamamış bulunmakta ve kör olan hastaya da hüzünlenmeden duramıyordum. Belki konuşamasa ve bu yetiden eksik kalsa yazarak iletişim sağlayabilirdi insan, fakat kör olmak aynı zamanda yaşarken ölmek demekti zannımca.
Dudaklarımdan kesik kesik anladığımı ifade eden sözcükleri kafamın aşağı yukarıya sallayarak onu onayladım. Elimde ki valizi Elio'nun kapısının ardına bırakıp sırtımı tahta pencereye dayadım. Yüreğim sıkışmış ve ellerim kör bir inanç yüzünden çarmıha gerilmiş İsa kadar vefasızlaşmıştı.
▪︎
Ölüme yürümek neydi, biliyor musun? Senin gibi güzeldi o da, ölümü bir insan anca bu kadar güzelleştirebilirdi.
Sen gittin ve ölüm güzelleşti. Sen gittin ve yaşam çirkinleşti. Sen gittin ben bittim.
Hata yapardı insanlar lakin hatalarından yaptığı hata sonucu ders alırlardı. Fakat ben 113 numaralı odanın anahtarını Bay Elio'dan kaptıktan sonra hatamın bedelini çekmeye başlamıştım.
En güzel, en güzel hataydın sen. Bana gelişin en güzel hataydı ve benden gidişinde en büyük cezaydı.
Şimdi elimde tuttuğum paslanmış anahtarda karanlık dünyamın içine saçılan yıldız çiçeğimin özgürlüğünü tutuyorum.
Aşkımı tutuyorum ellerimde,
Tutkumu tutuyorum,En büyük hatamı ve en büyük cezamı ufak parmaklarımın arasında tutuyorum.
Parmaklarımda sıkışıp kalmış anahtarı hafifçe kilide sokup çeviriyorum ama kalbim göğüs kafesime sığamıyor. Bir yumruk kalbim göğüs kafesime sığamıyor.
Ardından bedenim içeriye doğru sokuluyor.Bir yatak, bir dolap ve dolabın hemen yanına asılmış bir kaban bütün bunlar bu mu diye geçiriyorum içeriden. Bütün bunlar bu mu sahiden?
Sağıma ve soluma dönüyor ardından da odanın içinde bulmayı beklediğim simayı arıyorum. Lakin göğe karışmış bir şekilde kayboluyor Jungkook.
Kısa bir zaman sonra kilisenin çanlarının bıktırıcı sesi kulağıma doluşuyor bütün yorgunluğumu içine hapsedecek olan kilise beni daha çok yıpratıyor.
Bir kaç dakika sonra uğultu daha da yükseliyor ve uğultuya eşlik eden kapı gıcırdaması misafir oluyor ufak odaya.
Tam o sırada dillerimizden aynı tonda aynı hafiflikte bir kaç mırıltı yükseliyor. Çenesine ufak ufak Tanrı'nın serpiştirdiği benlerinin süslediği yüz ile çirkin denilecek kadar bitkin olan yüzüme eşlik eden dilim aynı notanın melodileri şimdi.
Dudaklarımız aynı anda kıvrılıyor aynı anda dönüyor kelimeleri öğütürken...
JM&JK: Günah çıkarıyorlar...
■■■■■
Bölüm nasıldı çiçeklerim?
Sizi seviyorum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DARİA ☆ KOOKMİN
FanficBir vedanın habercisi 1 Eylül 1939 ∞ 13 Ekim 1941 [4 ekim 2019] ∞ [20 temmuz 2020]