üçüncü bölüm ℘

3.3K 419 61
                                    

Büyüdüğünüzü ne zaman hissederdiniz? 

Bisikletinizden yan tekerlekleri artık çıkardığınızda mı, yoksa üst rafa erişebildiğinizde mi? Annenizin artık sizi keselemeyeceğini, bunu kendinizin yapabileceğini söylediğinde mi, tek başınıza şehir dışına yolculuk yaptığınızda mı? Kabus gördüğünüzde yataktan çıkıp anne babanızın yanına gitme isteği duymadığınızda mı? Yatağınızın altında tetikte bekleyen o canavarın varlığına inanmayı bıraktığınızda mı? Babanızın ay sonu faturaları ödemekte zorlandığını anladığınızda mı? 

Bunun belli bir zamanı olmadığına bu akşam karar verdim. Yaşantımız ve tecrübelerimiz bu hissi yenilememize neden oluyordu çünkü. Büyümek devam eden bir olaydı, bunun farkında olmak da öyle ama bu soru bana daha önce sorulsaydı düşünmeden büyükannemin anlattığı masallara inanmayı bıraktığımda, derdim. Çünkü onlar masaldı, gerçek olamayacak kadar güzel, büyülü ve iyimserdiler. Büyüdüğünüzde hayatın bu kadar güzel ve büyülü olmadığını fark ediyordunuz ve bu hayat karşısında da iyimser kalamıyordunuz.

Oysa ben büyümemişim. Ben büyümemişim ki reddettiğim ne varsa şu an kanlı canlı karşımda oturuyor, bana sürekli kırpıştırdığı mavi gözleriyle bakıyor, büyüler yapıyor, güzelliğini gözler önüne seriyor ve iyi hissetmem için çaba gösteriyordu. 

Kafayı yemem lâzımdı. Şu son yarım saatimi düşünüp aklımı yitirmem. Ancak o, sanki buna engel oluyordu, bir şey yapmadığını da biliyordum ama karşımda oturmaya devam ettikçe daha gerçekçi kılıyordu kendini. Mavi saçlarının boya olmadığını, elmacık kemiklerinin üzerinde gerçekten yıldızlar taşıdığını ve parmak uçlarından tedavi ettiğini daha kolay benimsiyordum. 

Sakarlığım, yaralanmam ve sonrasında aptallığım yüzünden yeniden yaralanmamın üzerinden sadece yarım saat geçmişti. Ne ben uzandığım yerden doğruldum ne de o, oturduğu parkenin üzerinden kalktı. Konuşmuyorduk da. Ben ne diyeceğimi bilemiyordum çünkü, o da ben konuşmaz veya sormazsam anlatmıyordu. Oysa sormam, irdelemem, cevaplar almam lâzımdı. Aklıma yatmayan şeyler vardı. Onun gerçeküstü bir varlık olduğunu kabul etmek işin en basit kısmıydı. İki hokus pokus hareketi ile bunu sağlayabiliyordu ama neden buradaydı, neden bir anda evimde bitmişti ve beni nasıl tanıyordu bunları anlayamıyordum. Kedi tanrısı olduğunu söylüyordu, gidip dışarıdaki kedilerle ilgilenmesi gerekirken neden evimdeydi ve neden olmadığım hâlde benim bir kedi olduğumu iddia ediyordu?

Eğer kafayı yiyeceksem, bu sebeple yerdim.

"Neden ben?" diye sordum. Oturduğu yerde bacaklarını kendine doğru çekmiş ve çaprazlamıştı. Kolları dizine yaslıydı ve beni izlemekten asla vazgeçmiyordu. Ona baktıkça simasında bir kedi görmek daha kolay oluyordu. Bu, belki de ona inanmaya başladığım içindi, bilemiyorum. 

Bacaklarını indirip bağdaş kurdu ve poposunu hafifçe kaydırarak bana daha da yaklaştı. Şimdi kolunu başımın yanında, kanepeye yaslamıştı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve çenesini koluna yasladı. Konuşurken sesi usulca çıkıyordu. Sanki dillendirmeyi sevmediği bir şeyi söylemek zorunda kalmış gibi ve her konuştuğunda beni üzecekmiş gibi.

"Çünkü kimsesizsin, Jimin." 

"Onu anladım," dedim sitemle. Yalnız, sevgiye muhtaç, ailesini özleyen genç bir insan olduğumu ben de biliyordum. Ama burada altı çizilmesi gereken nokta kimsesizliğim değildi, insan olmamdı. Eğer o bir kedi tanrısıysa benimle işi olmamalıydı. "Ben bir kedi değilim. Yanlış gelmiş olamaz mısın?" 

Bir an onu, bulutların çok ötesindeki mekanından dünyaya inerken koordinatları karıştırıp yanlış eve indiğini düşündüm ve bu gülümsememe, kısacık bir an için iyi hissetmeme neden oldu. 

serendipity | yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin