Bölüm|1

56 4 0
                                    

Bu kitap kendinize koyduğunuz adın hikayesi , çizgilerine basmadan yürüdüğünüzde sizi kendi istediğiniz yola götüren kaldırım, gördüğünüz ilk güzel rüya, gülümsediğiniz en özel kalp, mektup yazdığınız ilk kişi, arkasına saklandığınızda sizin için her zaman savaşabilecek hayalleriniz, siz inkar ettikçe siz fark etmeseniz de sizle inatlaşan ve birinin dokunmak için ruhuyla bedenini ters düz etmesininin şart kılındığı eftal umutlarınız ve odanızdaki tavandan asılan beyaz kuşlarınız için.

-Yukarıdan müziği açıp devam edebilirsiniz-

"Ve Tanrılar geri almış yürekli insanlarını , dünyanın gönülçelenliğine müsade edemedikleri için. Söylesene ey Tanrım, hep adaletli olmak mı sevindirir insanı, bir kerecik yumsan gözlerini... senin gözlerinin altında kalan karanlık kadar sevebileceğim birine 'hoşça kal' diyebilme cesaretini bulmam için."
-ruru

🎶: Myuu/ You

Bir isimle doğar, tarihler içinde yaşar ve kimliksiz gömülürüz. Bu yüzden belki de yazar, karakterini öldürdüğünde ardından bıraktığı harebeyle değil de bir ölüme iz bırakacak mezar taşını dikmediği için hatrımda kalabilmişti. O, şimdi satırlar arasında uyurken ve zihnimin içinde çürürken dünyamın sonunu düşündüm. Veyahut sonsuzluğumu... Eriyip gidecek bir dünyada niçin kimliksizliğimle gitmiyor da bir iz bırakmak zorunda hissediyordum? Neden hissediyorduk? Adımız kadar varsak niçin Tanrı bizi kimliksiz yaratıyordu? Bizler kaderimizi bencillikle arar ve bulunca ona kıymetli bir hitap iliştirirdik. Bizler çağrıldığımızda aslında kaderimiz ayaklarımıza basar, önümüze geçerdi. Belki de yaşayan bizler değil, yaratmaya çalıştığımız kaderin ta kendisiydi.
Şu aynada beliren silüet mesela. Bir adı olmasa bile ona her baktığımda içimde unuttuğum şehirlerin lambalarına pare pare ateşler düşmeyecek, yakılmayacak mıydı ışıklarım? Bir ad mı beni böylesine ışıl ışıl kılan, adı öylesine içimde yaratıp ışıkları benim için hep açık tutan bu güzel yürek mi? Bir kaderin sürgüsü olduğumuza emindim ancak ona her baktığımda güller farklı adla da aynı kokabiliyor, dünyanın en kusurlu insanı dahi olsam dudaklarımı araladığımda aynı ruhun sözleri benden koşa koşa ona gidebiliyordu. O, bir cam parçasından onu izlerken zihnimin rahminden peyda olan düşüncelerden habersiz işinin ehliyken gözlerim hafifçe kısıldı ve harelerime onu sığdıramadığım yansımaları akmaya başladı.
Su gibi doldu içime, doldurdum ve kana kana yüreğime içirdim onu. İçtikçe ayılıyor ve güzelleşiyor gibiydim. Ancak bu sadece benim sırrımdı, o bundan bihaber işine bakıyordu.

Islak saçlarımın uçlarını parmaklarıyla süzdürdü. Damla damla düştü soğuk banyo taşlarına. Sonra parmakları saç köklerime doğru  bir yol aldı usulca. Önümde asılı duran bir cam parçasına kırıldı güzelliği ve bana parça parça dağılırken yüreğim hepsini tek tek yakalayıp içimde bir tanrıça yarattı yine. Dokunduğu yere düşürdüğü cemrelere dek işliyordu içime. Mahsus mu yapıyordu, yapabilir miydi bir fani bunu?      
  Küçüklüğümden beri ısınamayan bu beceriksiz bedenime parmak uçları ne vakit dokunsa hemen kendisini teslim ediyor, ona muhtaç bırakılmış üvey çocuk gibi mahzunlaşıyordu. Düşen omuzlarım, sanki üstlerinde taşıdığım meleklerin dahi ona olan hayranlığından bir eğilişti.

Dudaklarımı ıslattım ve gülümsedim. Her zaman sola daha yatkın gülümsememle dalga geçerdi, bunu yüzüne vuran belli belirsiz alaydan anlardım. Yine aynı numarasını gösterdi. Alay ediyordu, gözleri gülümsememe iki saniye daha fazla takıldı.

Eğildi ve omzumun kenarından öptü , hafif nemli. Ah güzel kadın, yine omzumlarım çöküyor sessiz nidalı öpücüklerinde. Onun büyüsünde mayhoş halde baktım ona, saçlarının diplerine doğru koyulaşan sarılarına, sol elmacık kemiğindeki iki küçük bene; kıvrımlı, yayvan, naif kirpiklerine baktım. Git gide dinçleşen bedeninin hala kuş kadar zarif kalışına hayran kaldım yine.
"Sevda değiyor sana Müzeyyen."
Söylediğim bu cümlenin arkasına bakmaktan korktuğunu hissettim. Ona çağrıştırdıklarıyla yüzleşmek istemediğinden sadece sustu. Muhtemelen birazdan konuyu değiştirecekti.
Omzumun üstünden başını kaldırdı ve bana aynadan baktı. Başını hafif eğdi ve alayı gözlerini kıstı.
"Beni inceleyeceğine saçlarını taramayı öğrenmelisin Ankara. Ben olmasam-" demesine kalmadan hızla ona dönüp yüzüne var gücümle üfledim. Refleksle yüzünü buruşturdu ve susuverdi. Hemen banyodan koşarak çıktım. Ancak dişlerinin arasından bağırdığını duymam gecikmedi.
"Ankara!" Tırabzanlardan tutunarak dar merdivenden adeta uçmaya başladım.
Yüzüne üflenmesinden ölümüne nefret ediyordu ancak ben de yıllar öncesinde kalan bir anıdan sonra bir de onun yokluğuna dair her meseleden nefret ediyordum. Eski defterlerden sonra söylenen her vedalı sözlerini, söyledikçe beni ne denli incittiğini bilmeyen bu kadını susturmak için ona yalnızca canını acıtmadan üflemek geliyordu içimden.
Çünkü bazen yaralandığımız yerde kalan insanları yaraladıkça daha çok kanardık.

Ankara ZevcesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin