Andolsun...

131 4 13
                                    

Dün gece odama öyle sinirle geçmiştim ki direk uyumak için yatağın içine girmiştim. Uyuyayım ki unutayım bir kaç saat diye.
Şimdi de çay koymuştum kendime. Ketıldan su ısıttım ve bardağıma koydum, içine de poşet çaydan attım.

Ve karşınızdaaa sabah kahvaltım.

Evet babam esiri olduğum evinde pek kahvaltı yaptıracak bi keyif bırakmadığı için ona hazırladığımda sadece bir bardak çayla kahvaltımı etmeye alışmıştım.

Neyse... Cam kenarındaki masaya geçtim, sandalyeyi çekip oturdum.

Mutfağa bir çift meraklı göz girdi. Umrumda bile değilsin hıh.

Ne yiyecek acaba?

Bana neyse?

Tuna'dan...

"Günaydın" dedim.

"Sana da." dedi soğukca.

"Bugün Dicle ve Emre bize gelecekmiş."

"İyi ne diyim, hoşgelsinler."

"Elfin iki buçuk yıl."

"Ne? Anlamadım?"

"İki buçuk yıl birlikte kalacağız böyle soğuk soğuk davranırsan-"

"Nolur öyle davranırsam? Bak Tuna
tabi ki de bende senin gibi istemiyorum böyle istemeye istemeye aynı evde kalmayı. Ama sevgili ailelerimiz kararını vermiş değil mi? Biz birbirimize nasıl davranırsak davranalım sonuçta bir müddet aynı evin içerisindeyiz."

Oha bunun benzerini bende demiştim geçenlerde.
Neyse konumuz bu değil.

"Tamam haklısın, dün kırdıysam seni kusura bakma ama seni öyle görünce ne bileyim ben kötü oldum. Sen 'yok canım acımadı' deyince ne bileyim bana anlatmak istemedin anlamında demek isterken öyle birşey çıktı ağzımdan."

"Ben alıştım artık." dedi burukça gülümseyerek.

"Canım acısada acımıyor, sadece kalbimin yaraları tekrar tekrar kanıyor. Öyle işte."

"Ben yine söylüyorum, sana destek olurum izin veriyorsan?"

"İki buçuk yıl boyunca sadece sen bana değil bende sana destek olmak isterim. E tabi sende izin verirsen."

Hmm bir düşüneyim.
Tamam izin veriyorum.

"Pek derdim yok ama tabi ki, bak ben senin gibi soruları cavapsız bırakmıyorum."

"Bir kere herkesin içinden çıkamadığı bir durum vardır, o yüzden senin de var." dedi, durdu birkaç saniye;

"Hangi soruyu ya..." dedi ve azıcıık gülümserkeen kapı çaldı.

Elfin'den...

Kapıyı açmak ve Tuna'dan kaçmak için koştum ve kapıyı açtım.

Beşiktaş forması ve siyah pantolonu ile sadece içeri Emre girince Tuna;

"Dicle nerede?" dedi.

"Yandaki dükkandan yaklaşık on beş dakikadır oje bakıyor. Sıkılıp onu orada bıraktım ve buraya geldim."

"Sen nasıl sevgilisin olum kızı niye yanlız bırakıyorsun?"

"Napim olum sevgilimiz iyi çok seviyoruz da olmuyor ki böyle anasını satayım on beş dakika oldu ya"

Aralarında ki konuşmaya gülerken "umarım bölmüyorumdur ama Emre sen bir eve girsende ben kapıyı kapatsam?"

"Ha tabi yenge."
Tuna ve ben aynı anda bakınca doğal olarak açıklama gereği duydu ve

"La bakmayın öyle napim istemeden de olsa ilk yengem sensin." dedi.

"Emre sıvama kardeşim, çıkar şu ayakkabılarını."

"Iıı şey ben Dicle'nin yanına gitsem?" deyiverdim bir anda. Utandım galiba.

Ama utanınca kızaran kızlardan değilim Allah'tan.

"Ne ara kaynaştınız siz de onun yanına gitmek için aşşağı inmek istiyorsun?" dedi Tuna.

Sana ne ki?

"Daha fazla kaynaşalım diye zaten. Hem ben senden niye izin alıyorsam? Alışmışklık işte öyle bir günde bitmiyor." dedim ve onlara hiç bakmadan kapıdan çıktım.

Oha!

İlk defa kaçmak için değil de, belki de alışveriş yapmak için gidiyordum dışarı.

Salak sanki paran var dedi iç sesim.

Morelimi bozdun...

Offf ben iyi değilim. Neyse Dicle'nin orada olduğunu öğrendiğim mağazaya gelmiştim. Cidden hala oje reyonunda idi.

"Emre haklıymış."

"Aaa meraba." dedi önce şaşkınca sonra da "Emre'ye acayip siniriliyim şuan hangi konuda haklıymış o acaba?" dedi.

"Dur dur yanlış anlama." dedim gülerek. "Hala oje bakıyorsun da ben Emre abartıyor diye düşünmüştüm."

"Ya ben alacağımı aldım zaten. Şuan çok sinirliyim ona gaza gelip kavga etmeyelim diye sinirimi bitirip öyle geçmek istedim eve. Hem bak sana da bir kolye aldım. Aslında evde verecektim ama olsun." dedi.

Poşetten çıkardığı iki tane birinin ucunda lila ananas, diğerinin ucunda ise mavi ananas vardı. 🍍

"Görünce sana almak istedim. Hoşgeldin hediyesi olarak, sonra da çok beğenip kendime farklı rengini aldım." dedi gülerek.

İlk defa bir arkadaşım olacağını hiddediyordum ve ilk defa bana hediye alınıyordu. Ne güzel bir şeymiş bu duygu.

"Hiç gerek yoktu, zahmet etmişsin teşekkür ederim." dedim ve bi anlık gazla hiç çekinmeden sarıldım. Oda karşılık verdi.

"İkimizin ortak bir kolyesi oldu yani, ne güzel değil mi?" dedi sevecenlikle.

"Evet gerçekten tekrardan teşekkür ederim, çok beğendim."

"Rica ederim ne demek. Hadi artık eve geçelim iki arkadaş bizi izliyor." deyip karşıdaki evde bizi farklı camlardan izleyen Emre ve Tuna'yı gördüm. Kafamı sallayıp yürümeye başladık.

"Sinirin geçti değil mi?"

"Yaniiiii görünce tam anlamıyla geçecek o sinir." dedi tatlı tatlı bakarak. Ne güzel seviyorlar birbirlerini.

Kapıyı çaldık ve anında açtılar. İkimizde ayakkabılarımızı çıkarıp içeri salona geçtik.

"Eveet hoşgeldiniz bakalım evimizee." dedi Tuna.

Neyimize?

Evimize?

Evimize mi?

"Hoşbulduk kardeşim iyi ki geldik EVİNİZE."
dedi Emre son kelimeyi üstüne basa basa söylemişti.

İyi bu kelimeyi bir tek ben kafama takmamışım.

"Yanii neyse kahvaltı hazır olsaydı yapardık ama maalesef yok, Elfin Hanım sadece kendine hazırlamış."

"Elfin Hanım kahvaltısını çayla yaptığı için sadece su kaynatmayı biliyor. Ayrıca bu evde bazı şeyleri bana gösterdin mi de bana laf vurdun sen? Hadi gösterdin diyelim, ben mi yapmak zorundayım? Oo iki buçuk yılımı benden babam gibi çalacakasan böyle işte yeek yap bilmem ne."

"Ben bir şey demedim ki ya." dedi sorgularcasına bende;

"Dşünmeden söylediğin her şey de sende fark etmişsindir belki; bana babamı hatırlatıyorsun. Yapma o yüzden.
Dicle bana yardım edebilir misin?" dedim yumuşamaya çalışarak.

Tamam biraz fazla çıkışmış olabilirim ama sonuçta onun evinde yaşıyorum diye kahvaltıyı hazırlama görevi niye bende olurmuş.

Andolsun, bu iki buçuk yıl içerisinde babam yüzünden yaşadığım ne varsa hiç birini yaşamayacağım, yapmayacağım. Babam yüzünden yapamadığım ne varsa da onu yaşayıp yapacağım.

~

⛓ Zincir ⛓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin