5. ENSESİNDE BİR YALANIN

409K 29.1K 78.9K
                                    

5. ENSESİNDE BİR YALANIN

Low, Lies

Kelebek üç gün yaşayacağını bilseydi, ikinci gün bir cinayet işlerdi.

Düşünüyordum, özgürlüğü, derinlerde yaşayan canavarın gözlerini araladığını hissediyordum; çok küçük bir an için, vicdanımı sustursam neler yapabilirdim? Parmaklarımda soğuk tetiği, avucumun içinde bıçağın soğuk sapı, zihnimde en soğuk ve karanlık düşüncelerin olduğu anı düşünmek bile kalp atışlarımı hızlandırıyordu.

Ben bu dünyaya iyi bir insan olmak için gelmiştim.

Ben bu dünyaya arkamda bir kuyruklu yıldızın ardında bıraktığı iz gibi, ışıltılı bir iz bırakmak için gelmiştim.

Ve şimdi bir adam, karanlığıma gardiyan olmuş, beni kuyruklu yıldızların arkasında bıraktıkları ışıltının gecenin içinde kaybolarak silindiğine inandırmıştı. Oysa ben o adamın donmuş güneşe benzeyen gözlerinde yörüngesini kaybetmiş bir gezegen gibiyken, beni ardımda bir yıldız bırakarak kaymak zorunda bırakmıştı ve kaydığım o gün, hiçbir yıldızın ışıltısının sonsuza dek sürmeyeceğini, hiçbir izin sonsuza kadar bu dünyada kalmayacağını anladığım gündü.

Karanlık nasıl var olmak için ışığın kapanmasına ihtiyaç duyuyorsa, aydınlığın da hükmünü sürebilmesi için karanlığın üzerini örtmesi gerekiyordu. Benim ışıldayabilmem için belki de onun bir gece gibi benim hayatıma çökmesi gerekiyordu ama biliyordum, onu var edebilmek için kendimi söndürmem gerekecekti. Benden istediği şey, beni bencil olmakla suçlamasına rağmen çok daha bencilce bir şey değil miydi? Belki de bu hikâyedeki tek bencilin kendisi olması gerektiğini düşünüyordu.

Tek sadık ben olmalıydım, ona öylece güvenmeli ve bir hayatı onun emniyetine teslim etmeliydim. Peki ya o? O gece benim vicdanıma ettiği ihanet, beni tanıyan birinin sırtıma sapladığı bir bıçaktan çok daha fazla acıtmıştı canımı. Bana ihanet eden bir adam, ona sadık olmamı bekleyemezdi. Ben bu hikâyede yalnızca kendime sadık olacaktım.

Benim ensemde bir yalan olmayacaktı, ben o yalanın ensesinde olacaktım.

Muşta'nın yere düşen muştasına eğildiği anı hatırlıyordum, arkasından koridora düşen adım seslerini ve birkaç erin saygıyla selam verdikten sonra kurdukları ölçülü cümleleri... Muşta, yerdeki gümüş rengi muştayı alıp, yerden kalkmadan kafasını kaldırdı ve gözleri yeniden gözlerime ölüm kuyuları kazmaya başladı. Gözlerimiz birbirine kenetliyken, parmaklarını muştasının deliklerinden geçirdi ve demiri eklemlerine sertçe oturttu.

"Derhal işinizin başına," dedi, sesi kemik gibiydi ama gözlerinde bir bulanıklık vardı; gözleri bir göle benziyordu ve gölün üstü cesetlerle kaplıydı sanki ama gölün içinde ne olduğunu kimse bilmiyordu. İşte onun gözleri, tıpkı o göl gibiydi.

Erler koridoru terk ettikleri sırada arkamdaki dağ gardiyanlarının tedirgin nefeslerini hissediyordum. Bileğimi sertçe geri çekerek Zincir'in buz gibi hissettiren dokunuşundan kurtuldum.

"Bu kanıya nereden varmış?" Muşta'nın sesi şimdi her zamankinden daha soğuktu, bir an Cenan konusunun onun için bile önemli olduğunu fark etmek, endişemin daha da büyümesine yol açtı. Hakan Basri Şenkaya gibi güçlü bir adamı bile varlığıyla tedirgin edebilen bir kadın bana neler yapmazdı ki?

"Zeliha'ya bazı sorular sormuş," dedi Zincir, bakışlarım ona doğru çevrildi, gözlerime yerleşmiş öfke ateşi sönmedi ve ona bakarken bu ateşin daha da harlandığını hissettim. Yener ve Devran'ın bakışları yüzüme mıh gibi oturmuştu. Zincir ise bana değil, Muşta'ya bakıyordu. "Ve bazı şeyler söylemiş."

İHTİLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin