I

1.6K 28 2
                                    

Çocukken hayatın tadını çıkartmak nedir çok iyi biliyorduk. Kendimizce yaşıyor, kendimizce istediğimizi yapıyorduk. Annelerimiz hep peşimizden koşacaklar sanıyorduk, yaptığımız hataları telafi ederler zannediyorduk. Hatırlar mısınız, geçmişte sizin çok sevdiğiniz bir oyuncak vardı. Ondan asla ayrılmazdınız, nereye giderseniz onu da yanınızda götürüyordunuz. Yemek yerken hep parmaklarınızı yemeğin içine sokuyor, sonra da parmaklarınız yanarken ağlıyorduk. Döktüğümüz gözyaşlarını ilk annemle babamız silerlerdi, hep onlar yanımızda olur, hep bizi desteklerlerdi. Sonra büyüdükçe dertlerle savaş sürdürüyoruz. Elimizden bir şey gelmeyince her zamanki gibi annemizden, babamızdan yardım isterdik. Onlar da bir saniye bile düşünmeden bize yardımcı oluyorlardı. Düştüğümüzde kaldırır, güldüğümüzde sevincimize ortak olurlardı.

Hâlâ da öyle.

Peki, size bir sorum olacak; bir gün bile annenizle babanızın yanınızda olmadıklarını, yalnız kalabileceğinizi düşündünüz mü? Büyüdükçe dertler artıyor, zorlaşıyorlar. Karşınıza çıkan engelleri yalnız başına aşabilir misiniz? Düştüğünüzde kendiniz ayağa kalkıp yolunuza devam edebilir misiniz? Ya da başınıza dara düştüğünde kimseden tek bir yardım istemeden halledebilir misiniz? Çok zor değil mi? Böylesi bir şeyi tahmin edebilmek bile zor, yaşamak ne kelime?!

Mesela ben, annemle babamın bana "Kızım biz eninde sonunda ölüp gideceğiz. Bizim ömrümüz sonsuza kadar değil, biz ölümsüz değiliz." dediklerinde, benim içim parçalanıyor. Hemencecik susmalarını, devam etmemelerini söylüyorum. Neden biliyor musunuz? Çünkü kabul edemiyorum. Bir gün annesiz, babasız kalabileceğimi kabul edemiyorum. Gözyaşlarımı tutamadığım halde sel olup gitmelerine izin veriyorum; başka odaya kaçıp kendimi yatağa atıyorum. "Hayır, böyle bir şey olamaz," diyorum ağlayarak. "Benim annemle babam ölemezler!" diye bağırıyorum çaresizce...

Sonrasında en kötüsü oluyor. Anlık olarak geçmişte yaptığım tüm hataları, onlarla kavga edişlerimi, edepsizce davrandığımı, saygısızlık, kötü laflar ettiğimi hatırlıyorum. Kendime lanetler okuyor, taşa duvara vurarak kendimden nefret ediyorum. Evet, aynen böyle oluyorum! Çok kötü, çok iğrenç bir duygu! Dilerim yaşamazsınız, hissetmezsiniz benim hissettiklerimi.

Bir gün eve geldim, her zamanki gibi anahtarla kapıyı açıp içeri girdim. Hayvan gibi yorulmuştum, ayakta duracak halim yoktu. Olay altı yıl önce yaşanmıştı fakat ben dün gibi aklımda tutuyorum, unutamıyorum.

"Anne ben geldim! Valla kurt gibi açım, hemen bana bir tabak yemek koyar mısın?"

Ev sessizdi. Kimse yokmuş gibiydi. Halbuki annem evde olmalıydı, işinden izin istediğini söylemişti akşam. Kapının önünde durmuş kulaklarımı dört açtım. Hayır, ne bir ayak sesi ne de bir seslenme. Çantamı koridorda bırakıp yavaş adımlarla içeri geçtim.

"Anne? Evde misin?"

Yine sessizlik. Korkunçtu. Uzun koridoru aşıp hemen hemen sağ taraftaki salona göz attım. Orada da değildi. Neredeydi ki bu kadın? Acaba pazara filan mı gitti diye geçiriverdim aklımdan. Montumun cebinden telefonu çıkartıp aradım. Birkaç saniye sonra yukarıdan gelen telefon sesiyle hemen merdivenlerden çıktım yukarıya. Müzik sesi yatak odasından geliyordu ama neden hâlâ açmıyordu ki telefonu? İçime bir korku düşmüştü. Kapının kulpuna elimi uzattığımda, soğuk rüzgara kapılmış ince bir yaprak misali titrediğimi hissettim. Ayaklarım beni tutamıyorlardı, düşecektim. Yavaşça kulpu aşağı indirip kapıyı açtım. Nefret ettiğim cırıldamayla açılan kapının ardından görüş açıma giren ilk şey hemen hemen sağ taraftaki aynalı dolap idi. Sonra pencere, sonra yatak ve... yatakta yatan annem. Bir durdum, anlayamadım ne olduğunu. Kolunu kafasının altına koyup gözleri kapalı yatıyordu öylece. Bir an nefes almadım onun aldığına emin olmak için. Hayır, nefes almıyordu.

PARAMPARÇA  (ASKIYA ALINDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin