Yorum ve vote atmayı unutmayın 🌙☀
Kafamı yasladığım camdan uzun süredir gözümün önünden geçen çimlere bakmaya devam ediyordum. Raylardan gelen sesler başta beni sinir etse de buna alışmıştım. Sese alışmam kafama giren ağrıya etki etmemişti ama. Görevlilerin yaptığı bilgilendirme kulağımı doldururken omzuma dokunan el beni sarsmaya başladı.
"Beni dinliyor musun San?"
Wooyoung'un sorusuyla kafamı yasladığım camdan çekip ona çevirdim. Dinlememiştim. Yalan söylersem anlayacağı için kafamı iki yana salladım. Başta bozulsa da -baş ağrımın sebebiyle- rengi solmuş yüzümü görünce endişeli bakışları yerini almıştı bu sefer.
"İyi misin?"
İkinci sorusuna da diğeri gibi kafamı iki yana sallayarak cevap verdim.
"Neyin var San?"
Ağzımı açmaya halim yoktu yine de cevap vermeye çalıştım kısık sesimle.
"Migren."
Tek kelimeyi bile zar zor söylediğimde endişeli bakışlarını bir kez daha yüzümde gezdirdi. Yeni bir soruyla karşı karşıya olduğumu biliyordum. Yine de onun söylemesini bekledim.
"Senin için yapabileceğim bir şey var mı?"
Ve yine bir kafa sallama daha. Üzülmüş gibi görünen gözlerinden gözlerimi çekip kafamı yeniden yaslamıştım cama. O bu kadar mutluyken canını sıkmak elbette benim de hoşuma gitmemişti. Uzun zamandır ilk defa dışarı çıkmış ve hoşlandığı adama giden yollara düşmüştü. Mutlu olmaması için sebep yoktu,ben hariç.
Wooyoung'u zar zor ikna edip evden çıkmayı denemesini sağlamıştım. Deneme işini korka korka yapsa da o aslında bulamadığımız parçayı bulmuş olmalıyız ki başarmış ve çıkmıştı evden. Dışarı çıkmayı başarmasıyla yollara düşmüştük Mingi için. Wooyoung'un Mingi'yle olan anılarını hatırladığı yere gidiyorduk şimdi de. Küçük bir kasabaya. Zaten dağınık olan kafamı iyice dağıtmak için Wooyoung'a birkaç şey sormaya karar verdim. Ne kadar kelimeler ağzımdan zar zor çıksa da soracaklarımın cevabını öğrenmeye hazırdım.
"Wooyoung. Merak ettiğim birkaç şey var. Mingi'yle alakalı. Sorabilir miyim?"
"Tabii."
"Mingi sevgilin miydi yoksa sadece hoşlandığın çocuk mu?"
Direk sormam onu afallatmış olacak ki gözleri birkaç saniye üzerimde kalmış sonra da etrafta dolanmaya başlamıştı. Eli boynuna gittiğinde afallamaktan çok utanmış olduğunu farkettim.
"Yakın arkadaşım."
"Ne yani yakın arkadaşından mı hoşlanıyordun?"
"Evet."
Bir an kendimi Wooyoung'un yerine koydum ve Seonghwa'dan hoşlandığımı hayal ettim. Bu... rahatsız ediciydi. Yani Seonghwa bunu öğrenseydi kesinlikle böyle hissederdi. Dost bildiğiniz birinin size aşık olması hem zor hem de garipti işte.
"Mingi'nin senin ondan hoşlandığından haberi var mı peki?"
"Hayır. Söyleyemezdim."
"Peki söylemeyi düşündün mü?"
"Elbette. Birçok kez hemde. Ama hiçbir zaman bunu yapmadım,yapamadım. Anlasana işte."
Duyduklarım beni çok da üzmemişti. Kendimi en kötü senaryo olan 'Biz birbirimize çok aşıktık.''a hazırlamıştım çünkü. Konu değişikliği yaparak başka bir şey sordum.
"Mingi'nin burada olacağına neden bu kadar eminsin? Taşınmış olamaz mı?"
Kendinden çok emin bir şekilde kafasını iki yana salladı.
"Bana bu kasabadan asla ayrılmayacağını söylerdi hep. Onun için orası bir cennet."
"Peki sen? Yani senin için de cennet mi?"
"Hayır. Kendimi bildim bileli kasabadan kaçmak için elimden geleni yaptım ve başardım da. Ailemi, arkadaşlarımı ve Mingi'yi bıraktım arkamda."
"Neden sevmedin yaşadığın yeri? Neden kaçtın onca insandan?"
"Mingi'nin onu sevdiğimi bilmemesi bunu kimsenin bilmediği anlamına gelmiyor. Aslında Mingi'de biliyordu onu sevdiğimi, duymuştu elbet etraftaki dedikodulardan. Kulaklarını tıkamıştı sadece. Güvenmişti bana. Ben tıkayamamıştım ama kulaklarımı etraftakilere. Gelen alaylar doldurmuştu beynimi. Tek alayda değildi. Zorbalık gördüm bir grup insandan. Dayanamadım San. Kaçtım. Tek yapabileceğim buydu."
Sinirlendiğimi eklemlerimin beyazlamasından anlayabiliyordum. Her ülkede, her şehirde hatta her kasabada olan bu parazitler tek tek insanların hayatıyla oynuyordu. Sinirlenmemek imkansızdı. Yine de o kadar şeye rağmen küfür etmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.
Derin bir nefes alıp sakinleştirmeye çalıştım kendimi. O an aklıma geldi Wooyoung'un yaşadığı şeylerin çoğunu hatırladığı. Demek anıları tek tek aklının bir köşesine yerleşmeye başlamıştı.
Yakında varacağımızı söyleyen görevlinin anonsuyla oturduğumuz koltuktan kalkmıştık ikimizde. Aslında Wooyoung'un parasını ödediği bir koltuğu yoktu. Kaçak yolcuydu o. Neyse ki yanımdaki koltuk boş olduğu için oturabilmişti. Bu sorunu halletsek de konuştuğumuz süre zarfı boyunca etraftakilerin bana attığı 'deli mi acaba' adlı bakışların getirdiği gerginliği çözememiştik. Bir daha ki sefere telefonumla konuşuyormuş gibi yaparak konuşacaktım Wooyoung'la.
Trenden indiğimiz gibi yürümeye başlamıştık kasabanın sokaklarında, Wooyoung önde ben arkada. Sırtını izliyordum sadece. Durduğunu fark ettiğimde gözlerimi sırtından çekip Wooyoung'un baktığı yere baktım. Uzun boylu bir oğlan elinde tuttuğu buketle yanındaki oğlanla konuşuyordu. Uzakta olmadıkları için ne dediklerini duyabiliyorduk.
"Mezarlığa mı gideceksin?"
"Evet." dedi elinde buket olan oğlan yanındakine.
"Mingi, sevgilim. Kendini suçlamayı kesmelisin artık. Onun ölümü senin yüzünden olan bir şey değildi."
"Kendimi suçlamıyorum Yunho. Her gün mezarlığa gitmemin nedeni onu yalnız bırakmak istememem."
Derin bir nefes aldı Yunho adındaki çocuk konuşmadan önce.
"Wooyoung burada olsaydı her gün ona buket götürerek çiçekleri ziyan ettiğin için sana sağlam bir tekme geçirirdi."
Gülüştüler aralarında. Wooyoung'a baktığımda onun da güldüğünü gördüm. Küçük bir tebessüm de ben ettim. Onun mutlu olması beni de ediyordu.
"Yarım saate gelirim. Gelmezsem yanıma gel olur mu? Yine ağlayarak kendimi kaybetmek istemiyorum."
Kafasını aşağı yukarı salladı Yunho sonra da el salladı sevgilisine. Mingi de ona el sallayarak yürümeye başladığında bu sefer Mingi önde biz arkada yürümeye başladık kasabanın sokaklarında, mezarlığa doğru.
🌈
ŞİMDİ OKUDUĞUN
can you hear me? | woosan
Fanfiction"Beni duyabildiğini ve görebildiğini biliyorum. Bir hayalet avcısı olduğunu da. İşini yap ve beni bu iğrenç dünyadan gönder Choi San." #angstbutnotangst Tamamlandı.