Tek beyaz olmayan yerin yatağımın kenarındaki demirler olduğu odaya girdiğin an anlaşılıyordu. Yeosang'ın da dediği gibi deliler hastanesine kapatılmıştım. Benim için hiç şaşırtıcı bir şey değildi bu. Aksine Wooyoung'un kendi ölümünü gördükten sonraki sabah ortadan yok oluşu delirmeme neden olmuştu. Onunla olan son anımız birbirimizi uzunca öptükten sonra sonumuzun farkındalığı ile birbirimizi sevdiğimizi söylemek olmuştu. Uyandığımda yanımdaki boşluk beni saatler süren ağlama krizine soktuktan sonra ondan kalan son şeyi elime almış ve baştan sona okumuştum. Sadece ilk sayfada bahsettiği bir isteği vardı. Mingi'yi öldürmem.
Bunu yapamayacağımı düşünmüştüm başta. Wooyoung kadar cesur olmadığımı biliyordum. Sayfalar geçtikçe Wooyoung'un da cesur olmadığını anladım. Öldürdüğü her insandan sonra intikamın zevkini yaşasa da korktuğu bir sürü anısını yazmıştı günlüğe. Acısını, mutluluğunu, korkusunu tek tek yaşamıştım okurken. Günlüğü okumayı bitirdikten bir iki saat sonra mezarının başında buldum kendimi. Elbette orada olan tek kişi ben değildim. Yaptığı şeylerden pişmanlık duyup Wooyoung'un mezarında ağlayan Mingi'de oradaydı. Yeterince pişmanlık duymadığını düşündüğüm için günlüğü ona uzattım. Sadece ilk sayfasını okuduktan sonra bana geri uzattı ve ağzından şu sözler çıktı. 'Beni öldürmeye mi geldin?' Aslında cevabı 'Hayır.' olan o soru bana o kadar çekici gelmişti ki sanki gerçekten bunun için gelmişim gibi tiksindirici bir gülümsemeyle 'Evet.' demiştim.
Kabul etti. Sanki birinin gelip onu öldürmesini bekliyormuş gibi kabul ettiğini söyledi sanki bir soru sormuşumcasına. Evine gitti, sevgilisiyle vedalaştı ve elinde tabanca ile geri döndü. Kendi ölümünü planlaması bana hiçbir zevk vermezken o mutluydu bu durumdan. Ormandaki sessizliği bozan silah sesi büyük bir gürültü çıkarmıştı, kafasına dayadığım tetiği çektiğimde. Etrafa ve üzerime bulaşan kanları büyük bir kahkaha attırmıştı bana. Gerçi silah sesinden sonra kulağımın uğultusu kahkahamı duymamı büyük oranda etkilemişti.
"Neden gülümsüyorsun?"
Yeosang'ın sesiyle ona doğru çevirdim kafamı.
"Mingi'yi öldürdüğüm anı hatırladım."
Gözlerini devirdikten sonra kafasını iki yana salladı.
"Senin kadar beceriksiz bir katil görmedim. Wooyoung bile o kadar insanı öldürdü ona rağmen yakalanmadı. Sen ise öldüreceğin adamın sana silah vermesini bekledin, tetiği çektin ve yakalandın."
Haklı olduğunu bildiğim için söylediklerini umursamamaya karar verdim ve ona hep merak ettiğim soruları sordum.
"Neden sürekli yanımdasın? Küçüklüğümden beri neden beni takip ediyorsun Yeosang? Nesin sen?"
Art arda sıraladığım sorularım onun bir süre duraksamasına neden olmuştu. Oturduğu sandalyede bacak bacak üstüne atmış ve sırtını geriye yaslamıştı. Onun bu ciddileşmiş yüzünü ilk defa görüyordum. Bu yüzden iyice meraklanmıştım.
"Hatırlamaman çok normal. 7 ya da 8 yaşında bir kaza geçirdin San. O günden beri seninleyim ve o günden beri de hayaletleri görüyorsun."
Kaza anını hatırladığım pek söylenemezdi ama ondan sonrasını kesik kesik olsa da hatırlıyordum. Hastanede geçirdiğim günleri yani. Ne zaman o günleri düşünsem başıma giren ağrıya engel olamıyordum.
"Sen hastaneye getirildiğinde yan odada kalıyordum. Ölecektim. Ailem kalan günlerimi iyi geçirmemi sağlasa da pek de mutlu değildim. Kimsenin olmadığı zamanlarda odamdan kaçıp yanına gelirdim. İlk ve tek arkadaşımdın. Buna rağmen benimle hiç konuşmazdın. Sol gözünün korneasını benden aldığını biliyor muydun San?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
can you hear me? | woosan
Fanfic"Beni duyabildiğini ve görebildiğini biliyorum. Bir hayalet avcısı olduğunu da. İşini yap ve beni bu iğrenç dünyadan gönder Choi San." #angstbutnotangst Tamamlandı.