herkese selam! hepimizin evde olduğu bu süreç umarım sizin için zor geçmiyordur. en kısa zamanda hayatlarımız normal akışına döner umarım..lütfen siz de dikkatli olun ve gerekmedikçe dışarı çıkmayın.
iyi okumalar, yorumlarda görüşmek üzere!
Kararsızlık, bir fare misali içimi kemiriyordu. Yürüdüğüm yolda hayat sürekli "Karar ver." diyordu. Şartlar bana seçeneklerin tümünü sunacak kadar cömert olmayacaktı hiçbir zaman, anlıyordum.
"Kurallarını bilmediğim bambaşka bir dünyaya adım atacak mıydım yoksa güvenli ama içinde abimin olmadığı hayatı yaşamaya devam mı edecektim?"
"O gece Fırat'ın uzattığı esrarı içecek miydim yoksa hıçkırarak ağlayacak mıydım?"
"Özgür Aren'e hak verecek miydim ya da ondan nefret mi etmeliydim?"
Tüm bunlar yaşanırken bulunduğum ayrımda, bu yolların sadece biri benimdi. Umudumsa, saptığım her yolda huzurla yürümek ve bir şekilde zarar görmemekti sadece.
Mesajdaki adres, Zeki Civanoğlu'nun işlerini koordine ettiği taş binanın iki sokak arkasındaki bir mekandı.
Güneş ışığında soluk duran ve tozlu bir izlenim bırakan kiremit rengi duvar; iki kanatlı, kahverengi ahşap kapıyla bölünüyordu. İki yanına dikilen ahşap direkler üzerindeki gölgeliğin altına, üç basamak tırmanarak çıkılıyordu.
Bakışlarım insanların girip çıktığı kapının üzerine tırmandı. Aynı tonlardaki kahverengi tabelanın üzerinde yazılı beyaz ZERDÜŞT ismi beni neredeyse güldürecekti.
"Maşallah, tüm buyuranlar* da bu civarda toplanmış."
(*Karakter, Alman filolog Friedrich Wilhelm Nietzsche'nin "Böyle Buyurdu Zerdüşt" ismiyle çevrilen kitabına atıfta bulunuyor.)
Daha fazla dikkat çekmek istemediğimden V yaka siyah kazak üzerine giydiğim deri ceketin kollarını gerginlikle çekiştirdim.
İçerde neyle karşılaşacağımı bilmemekten kaynaklanan tereddütün aksine adımlarım sağlamdı. Ağır kapı içeri girmemin ardından gıcırdayarak bir süre yaylanmaya devam ederken etrafa göz attım.
Alçak tavanlı mekan; camsız, tahta kapaklı pencerelerinden aldığı güneş ışığıyla varlığını belli eden sigara dumanı altındaydı. İçeri giren huzmeler içinde uçuşan toz zerreleri seçiliyordu. Girişin karşısında, boylu boyunca uzanan yüksek bar göze çarpan her şey gibi eski, tahta ve koyu kahverengiydi.
Taburelerden birine yerleşerek saate baktım. Mesajda yazılı saate beş dakika vardı. Ellerim buz gibi olmuştu ve gerginliği karnımdaki hafif ağrıda hissediyordum.
"Selam, kedicik."
Ensemde hissettiğim nefesle irkildiğimde yüksek taburenin desteğine yasladığım ayağım boşluğa kaydı ve kolumdaki sağlam tutuş dramatik bir düşüşü engelledi.
Arkamı döndüğümde karşılaştığım yüze dair anıların olduğu sandığın kapağı, keskin "klik" sesiyle açıldı. Hiç gelmemiş olmayı dilediğim sırada, Anıl Atlaner karşımdaki yüksek tabureye oturup kendine bir içki istedi.
"Geleceğini biliyordum." dedi tamamen bana dönerek. "Sende değişik bir şeyler var."
Kirpiklerimin arasından karşımdaki yüzü inceledim. Siyah saçlarından alnına dökülen birkaç tutam, mavi gözlerinin gölgeliği misali hemen üzerlerindeydi. Teni soluk, bakışları tavırlarının aksine tedbirliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarı Sokak Işığı
Novela JuvenilBileğimdeki eli, tüy hafifliğinde iç gıdıklayıcı bir şekilde kotuma dokunduğunda beklemediğim temasıyla kirpiklerim titreşti. "Bunu hallederiz." Uzun parmakları, yukarı tırmanıp kazağımı buldu. Triko kumaş uzun, biçimli parmakları altında buruştu...