Uyandığımdan beri yaklaşık olarak yarım saat geçmişti. Vücudum ve ruhum yorgundu. Yalnızdım... yine ben ve ben vardım. Bir insanın varlığını yanımda, vücudumla değil ruhumla, kalbimle hissetmek istiyordum. Kalbimi ısıtan duygular, Güneş'in hayatımdan çıkarken kalbime sapladığı o keskin bıçakla son bulmuştu. Beni sevdiğini bilmek ama o sevgiyi doyumsuzca yaşayamamak. Belki sevgiye yalnızdım ama kalbimde bu keskin bıçak varken ben bir daha aşık olamazdım...
Dün olanları düşündüm. Saliha ablanın konuşması ve gidişi, Yiğit'in tanıdık gelen siması, Atlas'ın Yiğitle olan saçma diyalogları ve en sonunda kavga edip benim bayılmam. İlk önce Fazilet teyzeye sitem ettim. Gitmeseydi eğer onun bu aptal torunuyla tanışmak zorunda kalmazdım. Yalnız başıma yaşamaya devam ederdim ve ona alışmaya başlamazdım. Saliha ablanın da gitmesi beni bu şehirde daha yalnız hissettirmişti. Arkadaşlarım vardı elbette ama onlarda kendi işleriyle meşgullerdi. Ailem zaten doğup büyüdüğüm şehirde kendi işleriyle uğraşıyorlardı. Böyle düşününce bu şehirde yanımda kalan tek insanın Atlas olduğunu fark ettim. Ona çok sert davranmıştım. Hayatımdaki insanlara böyle davranmaya hakkım yoktu. O benim eski halimi bilmiyordu. Ben böyle biri değildim ama ben beni tanıyan insanları hep bencilce acılarımı düşünmekten görmemiş ve duymamıştım. Bu bencillikten başka bir şey değildi. Atlas benimle sadece arkadaş olmak istiyordu. Eğer o da giderse bu şehirde yapayalnız kalacaktım. Biraz durdum ve son söylediğim şeyi düşündüm. Artık yalnız olmak istemiyor muydum?
Odamın kapısı çaldı ve sonra açıldı. Sakin ve yumuşak bir sesle içeri girebilmek için izin istediğinde başımla onayladım. Yatağımın kenarına oturdu. Bakışlarını ellerinden yavaşça gözlerime kaldırdı. Kahverengi gözleri şimdi pişmanlıkla doluydu.
"Ben özür dilerim. Sana o şekilde davranmaya hakkım yoktu. Zaten sana yeterince yük oldum. En kısa zamanda hayatından çıkacağım. Söz veri-" cümlesini bitirmesine izin vermeden ona sarılmıştım. Yaşadığım bu şehirde ne kadar değer verdiğim insan varsa beni bırakıp gidiyordu. Bu zamana kadar kabul etmek istemesemde evdeki varlığına alışmıştım ve eğer o da giderse her şeyi bırakıp bir başıma geldiğim bu şehirde tamamen yalnız kalacağım anlamına geliyordu. Benim için iyi bir arkadaş olmuştu. Bu yüzden ona minnettardım ve artık bu bencil tavırları bırakıp hayatımdaki insanları önemseyecektim. Sanırım Atlas'ın dünki sözleri bu kararı vermeme sebep olmuştu. Yine de sayıkladım kendime, ona çok alışma Ahu...
"Asıl ben özür dilerim." Ona gitme demek istedim ama diyemedim. Hayatıma giren bir yabancıydı o. Gitmek isterse giderdi herkes gibi... Asıl ben kendime söz geçirebilmeliydim ve onun varlığına bu kadar çok alışmamalıydım sonuçta bu zamana kadar tek başımaydım. Yalnızlığa alışan ruhum yalnızlıktan korkamazdı, korkmamalıydı ama şimdilik gitmesini istemedim. Belki onunla başlayacak olan arkadaşlığımız bana iyi gelecekti. Kim bilir belki umut etmek canımı yakmayacaktı.
Bir süre şaşkınca öyle kaldı ve sonunda o da bana sarıldı. Elleriyle saçlarımı okşadığını hissettiğimde birden içimde garip bir his oluşurken gözlerim istemsiz dolmuştu. Neden? Neden yapıyordu bunu? Yapmamalıydı...yapamazdım. Ona sarılmak bile benim için zor ve farklıyken böyle şefkatle saçımı okşaması, içimdeki bu garip his, işlerin yönünü değiştiriyordu.
Hızla Atlas'tan ayrıldım oysa yanaklarında hafif kızarıklarla ve kocaman bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Tekrar içime garip bir his düşmüş, bakışlarım gülümsemesine takılmıştı. Hafif silkelenip kendime geldim ve bakışlarımı ondan ayırıp odamda gezdirmeye başladım.
"Yiğit kendini çok yorduğunu ve aç bıraktığını söyledi. Bedenin yorgunmuş..." Atlas konuşmaya başlayınca bakışlarım geri ona döndü. Kahverengi gözleri ile öyle şefkatli bakıyordu ki bakışlarımı ondan alamıyordum. "Ruhun bedeninden daha yorgun değil mi? Sen aslında mutsuz değilsin Ahu, sen acı çekiyorsun. Bunu anlamam zamanımı aldı eğer daha önce fark etseydim senin üstüne bu kadar fazla gelmezdim. Aptallık ettim." Gözlerimin dolduğunu hissedince hemen bakışlarımı ondan kaçırdım. Apar topar banyoya gittim. Boğazımda hissettiğim düğüm sanki nefes almama izin vermiyordu. Ağlamak istemiyordum, hayır. Ağlamaktan bile yorulmuştum artık. Haklıydı evet ruhum bedenimden daha yorgundu, kalbimde keskin bir acı vardı ve geçen her lanet olası günü kendime zehir ediyordum. Birden duraksadım aklıma o geldi. Bu halimi görse kesin benimle dalga geçerdi dedim kendi kendime, başını hafif yüzüme doğru eğip mavi gözleriyle gözlerime bakar ve 'Ahu ağlayınca çok çirkinsin, ıy sümüğün akıyor.' Derdi. Keşke burada olsaydı ve keşke benimle dalga geçseydi. Ona dair en ufak şeyi bile deli gibi özlüyordum. Bana ettirdiği yeminimi tutamazdım, ben kendime başka bir yemin vermiştim.