Farkına Var Herşeyin, her hissin.

99 8 10
                                    

Alina, artık farkındaydı işte her şeyin. Hislerimin hareketlerimin sebebinin, aşkımın. Ama bana böyle geliyordu tabi ki de. Kendisine sorunca hiçbir şeyin farkında değildi. Kamera kağıtlarına bakıyorduk tekrardan. Suçlunun veya diğer bir deyimle 'hırsızın' kim olduğunu bulmaya çalışıyorduk. Gözlerimiz cin gibi bakıyordu bilgisayarın ekranına. Bir kaç saat kaydı izledikten sonra ufak bir detayın farkına vardık. Değirmenin önünü çeken bir kameranın görüntüleri vardı karşımızda. Hırsız dükkanın önünden şüpheli bir şekilde, ağzıyla, burnuyla oynayarak geçiyordu. Arada bir de etrafını kolaçan ediyordu. Kameraların farkına varmıştı ama herhangi bir bilgisi yoktu bu konu hakkında. Bir telefon araması yaptı. Sanki kameranın etkisiz hale nasıl getirileceğini soruyormuş gibi bir görüntüsü vardı. Hırsız telefonu bir kaç dakika sonra kapattı. Ve etrafı tekrardan süzdü. Artık dükkana adımlarını atıyordu. Bir müşteri gibi göründükten sonra kameralara girmiş içeri. Resmen bizi salak yerine koymuş. Girmiş içeri almış çuvalları. Bir de şakaymış gibi kasayı açarak içinden ne aldıysa almıştı. Utanmazmış gibi bir de el sallamıştı kameraya. İşte tamda bu sahnede adama bir güzel saydırmıştık. En çok ta küfür edenler Alina ve Musa ağabeydi. Ben daha bunlar kadar bilmiyordum. Hırsız yüzünü dönmüştü ama yüzü tam belli olmuyordu. Maalesef kameraların video kalitesi çok düşüktü. Hırsızın yüzünü seçemezsekte az çok tahmin etmeye çalışıyorduk. Şüpheli bir kaç kişi vardı. Bunlar Sadık ağabeydi, Ayaz ağabey, Muhammet ağabeydi. Bu üç kişiden bermuda şeytan üçgeninin fırtınası gibi şiddetli olduklarını biliyorduk. Ama şimdilik kimseye iftira atamazdık. Her şey tam net olana dek bekleyecektik. Bir süre sonra ekrandaki şüphelinin Muhammet ağabey olduğu kesinleşti. Kesinleşir kesinleşmez hemen mahalleliye haber saldık: "Çakal Muhammet'i görenler Musa abiye haber versin. " İki üç saat sonra hiçbir haber alamayınca çareyi Çakalın evine gitmekte bulduk. Evine doğru yürümeye başladık. Evine bir kaç yüz metre kalmışken Yasemine karşıdan karşıya geçerken araba çarptı. Çarpan araba korkudan kaçtı. Biz hemen Alina'nın yanına çömelerek nabzına baktık. Bir kaç saniye elimi sol bileğinde tuttuktan sonra nabzını atıyor buldum. O hissiyatı hissettikten sonra şükür ettim. Alina çok feci bir şekilde yara almış, kolları yaralı ve kırılmıştı. Omuriliğinin boyundaki bittiği yerden kanlar akıyordu. Maalesef ki yarılmıştı. Baygın bir halde yerde yatıyordu. Benim gözlerimden kovadan boşalırcasına gözyaşı dökülüyordu. O kadar üzgündüm ki hiçbir şeyi görmüyordum ondan başka. Etrafımızda bir sürü insan toplaşmıştı. Etrafımızdakilerden birisi cep telefonunu eline almış ambulansı aramıştı. "Acil ambulans Zümrüt sokak Heyderbey mahallesi" Adam ambulansı çağırdıktan beş dakika sonra ambulans gelmişti. Alina'yı ambulansla bindirdikten sonra bende ön koltuğa şoförün yanına geçtim. Devlet hastanesine doğru gidiyorduk. Arkada gerekli müdahaleyi yapıyorlardı. Bir an olsun gözlerimi oradan ayırmıyorduk. Birkaç dakika sonra hastaneye varmıştık bile. Hastanenin girişindeki sedyeye bir kaç hemşire ile Alina'yı koyduk. İçeriye hemen ameliyathaneye götürdüler kızı. Ameliyathanenin önünde ne olacağından habersiz bir şekilde bekliyorduk. Bir kaç saat sonra ameliyathanenin kapısından doktor çıktı. Ben hemen doktora durumunu sordum ;
-Doktor bey, hastamızın durumu ne?
-Gayet iyi beyefendi, birkaç saate kalmaz kendine gelir.
-Peki teşekkür ederiz hocam.
Doktor yanımızdan ayrıldıktan bir saat sonra Alina'yı görmek için ameliyathaneye girmiştim. Girer girmez Yasemin'in uyandığını gördüm. Bana sesleniyordu;
-Burak.. Burak..
Bu seslenişe hemen koşar adımlarla gittim.
-Efendim?
-Burak bana ne oldu ve de karakolun son durumu ne?
-Sana araba çarptı Alina, karakolda şuan ne oldu bilmiyorum ama köpeğin durumu iyi, bir tek suçlu yakalanamadı.
-Hmm. Tamam canım teşekkür ederim. Kendimi yorgun hissediyorum biraz. Lütfen bir şey demeyeceksen eğer beni yalnız bırakır mısın?
-Tabi ki canım, sen dinlen. Yeter ki ayağa kalk iyileş.
Alina'nın bana dedikleri biraz ağrıma gitse de kabullenmiş hayal kırıklığıyla dışarıya çıkmıştım. Dışarı çıkar çıkmaz kapının önünde bekleyen Musa ağabeye mutlu haberi verdim. Musa ağabey çok sevindi. Şükürler yağdırdı resmen. Yasemin bir kaç güne kendini toparlamıştı. Hastaneden taburcu olacaktı. Tam taburcu olacağı saatler odasına doğru gidiyordum. Son bir kaç adım kala kaldığı odadan yanında kumral saçlı mavi gözlü açık tenli bir erkekle beraber çıkıyorlardı. Kapının önünde karşılaşmıştık. Alina çocukla beni tanıştırmak istercesine:
-Burak , bak bu benim erkek arkadaşım; Faysal .
-Memnun oldum Faysal kardeş.
Her ne kadar da çocuktan nefret etsemde iyi niyetimden,Alina'nın hatrından çocuk ile selamlaştım. Ama bana kalsa tenha bir köşede ümüğünü sıkacaktım onun. Aklınızdan şu geçiyor olabilir; Bu Faysal denilen veletin kim olduğunu neden fazla takmadım diye. Evet fazla göstermemeye çalıştım. İçimden içimden yandım. Hayatımda zaten kime elimi uzatsam başkasının nasibi oluyor. Bu yüzden kendi içimde yaşamaya çalıştım aşkımı ve öfkemi. Alina  ve Faysal yanımızdan geçip giderken arkalarından öküzün trene bakması gibi bakıyordum. Çok şaşırdım evet. Ama bunun karşılığını elbet gösterecektim. Alina'ya değil, Faysal'a. Onu liğme liğme edecektim. Veya konuşacaktım. Musa ağabey ile birlikte dedik ki; "Hasta yerinden gittikten sonra burada beklememize ne gerek var? Daha dükkan açacağım, okula gideceğim. "Diye söyleniyorduk. Hastaneden onlar gittikten hemen sonra ayrıldık. Alina'ya olan inancım, sevgim bir gram olsa bile azalmıştı. Aradan bir kaç gün geçti. Herkes birbirine selam vermez, hal hatır sormaz geçen günler. Geçen günlerin ardından Alina ve ailesi bizim evimize gelmişlerdi. Baştan bir kucaklaşma, hoş geldin merasimleri yapıldıktan sonra büyükler oturma odasına geçmişti. Biz ise birbirimize fazla yüz vermeden benim odama geçmiştik. Normal bir refleks gelişmişti herhalde. Odama geçip kapıyı kapatmıştık. İlk sohbeti Alina başlatmıştı;
-Burak kanki ya ne zamandır görüşemiyoruz. Nasıl gidiyor 'bensiz' hayat?
-Aynen ya, idare ediyor işte. (Sensiz gitmiyordu hayat Alina. Durmuştu, ilerlemeye niyetinde yoktu. Sen olmadan akrep ile yelkovan birbirini takip etmiyordu. Özledim seni. Gözlerine hasret kaldım canım benim)
Bunları kendi içimden diyordum tabi ki. Yüzüne demeye cesaretim yoktu artık. Çünkü bir başkası vardı hayatında' yapacağım, uygulayacağım bütün taktikleri bu saçmalık engelliyordu. Hep umarım o birisi çıkar hayatından diyerek dilekte bulunuyordum. Odamda eskisi gibi olmasada oyunlar oynuyorduk. İlkten Kızma Birader oyununu, sonrasında SOS oyunu oynadıktan sonra bir de DC (Doğruluk mu? Cesaretlik mi?) oynamaya başlamıştık. Şişeyi çevirmiştik. Soran Yasemin idi:
-D mi C mi?
-D
-Hmm. Burak.. Hayatında hiç birine aşık oldun mu?
-Hayır. (Halbuki sana aşığım diyemedim')
-Emin misin? Bak son soruşum!
-Evet eminim fazla zorlama istersen.
-Tamam ya, sinirlenme. Al çevir şişeyi.
Şişeyi tekrar çevirdik. Soru sorma sırası bana geldi.
-D mi C mi?
-D.
-Hm.. Geçende hastaneden taburcu oluşunda yanında bir erkek çocuk vardı, kimdi o?
-Hangi çocuk?
-Kumral saçlı, beyaz tenli, mavi gözlü olan.
-He.. Sen şeyi diyorsun ya Faysal, benim kuzenim o ya.
-Aa.. Ciddi misin sen?
-Yok değilim. Burak ya şakasına dedim. Saçmalama ciddi dedim Burakcım.
-Hm.. Tamam o zaman inandım. Ama baya da yakışıklıymış kuzenin. :)
-Hah:) Öyledir canım kuzenim benim. Soya çekim de ondan o. :)
-Desene sizin sülale güzel ve yakışıklı hep. :)
-Aynen. Şükürler olsun. Çok şanslıyım o yönden.
-Evet. Neyse devam et hadi.

İhanetin SezilişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin