Söylesene sabah rüzgârı? Onun kokusunu hangi çiçekten getirdin?
Sabahın soğuğu yüzüme çarpıyordu. Üşüdüğüm için yerimde kıpırdadım. Ceplerimden ellerimi çıkarıp sıcak nefesimi ellerimi ısıtmak için kullanırken aynı zamanda gözlerimle otobüsün gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Durak gittikçe kalabalıklaşıyordu. Gelecek otobüsün boş olmasını umut ettim. Ayakta durmak pek bana göre değildi.
Gelen otobüsü görünce ayaklandım. Kol çantamı omuzuma yerleştirirdim ve diğer elimle cebimdeki kartı çıkardım. Duran otobüse bakarken herkesin binmesini bekledim. Birbirini itip kakan insanları sevmiyordum. Ayakta kalmak bile çekilebilir bir dertti ama bu olay gerçekten çekilmezdi. Son kişinin de binmesiyle ben de bindim. Kartı hızla basıp cebime geri koydum ve gözlerimle boş yerin olup olmadığını yarışmaya başladım. En arkanın önünde bulunan ikili koltuk boştu. Sanırım bugün yine şanslı günümdeydim. Hızlı ve büyük adımlarla kendimi cam kenarına fırlattım.
Otobüsün haraket etmesiyle cama kafamı yasladım. Bunu her sabah yapıyordum. Hem dışarıyı izliyor hem de titreşen cam uykumu kaçırıyordu.Kalabalık şehir Seul. Kalabalık olan yalnız şehir Seul. İkimiz de birer kuş gibi çırpınıyoruz denizlerle çevrilmiş bu yerde. Ne kalmak mümkün ne gitmek. Sadece yaşıyoruz.
Kafamı yasladığım camdan çekip doğruldum. Ama hala gözlerim dışarıdaydı. Geçip giden insanları izlerken düşünüyordum. Yaptıklarımı ve yapamadıklarımı. Eğer anneme söz vermeseydim asla binmezdim bu otobüse ve asla bu yoldan tekrar geçmez ve yine asla o okula gitmezdim. Otobüs tam bir pastanenin önünde durmuştu. Camın arkasında bulunan pastalara baktım. Eve giderken küçük bir tane annem için almalıydım. Severdi. Tekrar hareket eden otobüs ezberlediğim yolda ilerlerken omuzumda hissettiğim ağırlıkla irkildim. Hızla soluma döndüm. Tanımadığım birinin başı omuzlarımdaydı. Çatık kaşlarımla konuştum.
"Ne yapıyorsun!"
Sesim oldukça sinirli çıkmıştı. Ne hakla bunu yapabilirdi? Yoksa şu hep konuşulan sapıklardan biri miydi? Elime damlayan bir gözyaşıyla gözlerimi oraya çevirdim. Elimin üzerine damlamış bu göz yaşı da neydi."Sadece böyle kalmama izin ver, lütfen." Titreyen boğuk sesi ve elimin üzerine damlayan bir başka gözyaşı. Oysa boş yer buldum diye kendimi şanslı hissetmiştim. Erken konuşmuşum. Sağ cebime elimi sokup annemin yaptığı işlemeli mendili çıkardım. Bu en sevdiğimdi ama elime damlayan şey beni oldukça rahatsız ediyordu. Yüzünü göremediğim koyu kahve saçlı sahısa uzattım.
"Elime damlamalarına izin verme"
Hafif sinirli çıkan sesim ve elimden alınan en sevdiğim medilimle bugünün hiç de güzel geçmeyeceğine karar vermiştim."Teşekkür ederim"
Cevap vermemiştim. Önemli değil ya da sorun yok diyemezdim. Gayette önemli ve sorun vardı. En sevdiğim mendilim kirlenecek ve elime damlayan tanımadığım birinin göz yaşları vardı. Nasıl olur da bu iki kelimeyi söylerdim. Okulun durağına gelince duran arabayla yanımdaki şahıs hızla kalktı. Elindeki medilimle uzaklaşırken ben de hızlıca arkasından kalktım. O benimdi. Geri vermesi gerekirdi."Hey! Mendilimi geri getir."
Arkasından sesleniyordum ama o beni duymadan devam ediyordu.
"Kime diyorum hey!!"
Öyle hızlıydı ki ona yetişemeden kalabalık arasında kayboldu.
Ben böyle işin!!!Sinirle olduğum yerde tepindim. O mendilimi seviyordum. Ben kirletecek diye üzülürken o gereksiz şahıs onu alıp gitmişti. Derince nefes alıp verdim. Artık yapacak bir şey yoktu. Sövsem de saysam da bir şey değişmeyecek. Yüzünü dahi görmemiştim ki nasil bulabilirdim. Sadece koyu kahve renk saçlar ve çiçek gibi bir koku. Elimde sadece bu iki şık vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Death of a bird/ Park Jimin
FanfictionMinik bir kuş şafak vaktinde son kanat çırpışlarını yaptı, herkesten gizli ve tek başına, sanırım o ölüyordu kimsenin haberi olmadan. *** Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün Onu saçlarından topladığın belli ...