•7•

60 6 15
                                    

Sıkıntıdan, duvarların üstüme üstüme gelmesinden, çaresizlikten kendimi dışarılara atıyorum. Kaldırımlarda çizgilere basmamaya dikkat ederek düşme tehlikesi içinde yürüyorum. Üstümdeki kapüşonlu ısınmama yetmediği için kollarımı kavuşturup ellerimi kollarıma sürtüyorum.

Wonwoo ile tartıştığımız parkın oraya göz gezdirip onun orada olup olmadığına bakıyorum ama göremiyorum, yoluma yavaş yavaş devam ederken ne kadar amaçsız ve boş olduğumu düşünüyorum. Ne çaldığım enstrüman, ne de yaptığım spor var; kültürsüzlüğün, cahilliğin babasıyım. Okuduğum tek şey gazeteler, onlarında kokusu çok güzel; belli bir süreden sonra kafa yapıyor bu yüzden okuduğumu anlamıyorum. Düşünecek hiçbir şeyimin olmaması yüzünden ne kadar boş olduğumu yüzüme 10 bininci kez çarpışımdan bir kez daha etkileniyorum. Kahkaha atıyorum ve yanağımı severken, "Kendinle barışık olman ne kadar da güzel Minghao," diyorum.

"Son aşama mı?" İşittiğim sesle yanıma yansıyan gölgenin sahibine dönüyorum. Wonwoo arkamda üstündeki montu çıkartırken kocaman bir gülüşle karşılıyor beni. Montunu üstüme koyup şapkasıyla başımı kapatıyor. "Neyin?" Önüme gelip saçlarımı düzeltip şapkayı gözlerime kadar çekiyor. "Şizofrenliğinin. Böyle dolaşa dolaşa üşütmüşsün kafayı." Gözlerimi devirip sağ koluna elimin tersiyle vurarak önümden çekilmesini sağlıyorum. "Sadece böyle yürümek hoşuma gidiyor. Kendime geldiğimi hissediyorum."

"Bir kez de bana gelsen." Ona bakıp gülüyorum. "Güzel hayaller."

Caddeye çıkan yolda yürürken ıssız bir ara sokağa giriyorum. Kediler çöpleri sinsice karıştırırken bir an durup bize bakıyor, sonra boş beleş olduğumuzu fark etmeleriyle geri işlerine dönüyorlar. Wonwoo gülüp bana bakıyor. "Çok tatlı değiller mi?" Omzumu kaldırıp indiriyorum.

Sokaktan çıkarken ağaçların arasındaki bank gözüme çarpıyor. Oraya yürüyüp üstündeki yaprakları temizliyorum ve oturuyorum. Yüksekte olduğumuz için karşımızdaki şehrin manzarasıyla büyüleniyorum. Işıklar yanıp yanıp sönüyor, arabalar duraksız hareket ediyor ve bu büyüleyici manzara dakikalar sonra göz yormaya başlıyor. "Beynim gibi." Wonwoo, gözlerini bir noktaya kilitlemiş dururken hüzünlü bir sesle konuşuyor. "Çok mu karmaşık?" Başını salladıktan sonra geriye yaslanıyor, bacak  bacak üstüne atıp gökyüzüne bakıyor. "Yoruyor beni, çok fazla..." Karşıdaki gökdelenin ışıkları gözlerimi kamaştırmasına rağmen çekmiyorum, acıyı hissetmek güzel geliyor.

"Minghao, beni ne zaman seveceksin?"

"Seni seveceğim bir zaman dilimi yok, Wonwoo."

"Neden? Başkası mı var?" Wonwoo'nun yakınımda olduğunu bilmeyerek başımı çeviriyorum. Son anda dudaklarımızın değmesinden kendimi kurtarıp uzaklaşıyorum. "Yok." Wonwoo kalbini tutuyor, heyecanını hissederken tekrar gökdelene dönüyorum. "Ben kendimden başkasını sevmem. Biriyle yakın durdum diye heyecanlanmam ya da göz göze gelince kalbim hızlanmaz. Kısacası, âşık olmak bana bahşedilmemiş Wonwoo."

Bunları söylerken sabah okulda karşılaştığım çocuk aklımın ucundan bile geçmiyor, işte benim sevgim de bu dostlarım.

🍁🍁🍁

don't listen in secret - wonhaoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin