Başlangıç

153 32 25
                                    

Umutlara inanır mısın? Ya da şöyle sorayım; çok fazla hayal kurar mısın? Yaşadığın en basit  şeye bile bir anlam yükler misin mesela? 

Örneğin okulca bir geziye gittin ve serviste okulda yüzünü hiç tanımadığın birisi oturdu. Ve burada bitmedi, yanınızda turan kişi sana tanışma teklifi sundu. Eyvah! hayatına yeni birini dahil etmek üzeresin. Bu durum karşısında ne yapardın?

a) Sakin bir şekilde başımla selam verip hemen önüme dönerdim.

b) Hayatıma aldığım herkes beni ne hale getirdi canım?  Yüzüne bile bakmazdım, sütten ağızı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş!

c) Onca kişinin arasından tanıdığım birçok kişi değil, tanımadığım birisi oturmuş. E dahası tanışmak için adım atmış. Demek ki benim kitabımda bir sayfada dahi olsa bulunmaya hak kazanmış. Hoşgeldinizz.

Her insanın hayatı kendi yazarlığı altındaki bir kitaptır. Tabii bazı durumlarda kalemi çevremizdeki insanlar ya da hayat elimizden geçici bir süreliğine alır. Şimdi beraber derin bir nefes alalım... Ve ne olursa olsun o kalemin dönüp dolaşıp gene size geleceğini unutmayalım.  İşte bu noktadan sonra çoğu kişi oyunu kaybediyor. Batınca çıkamayacağına inananlara inat; en dibe batmamın bile bir anlamı olduğuna inanıyorum ben. Hoşgeldin dertlerim, umarım kısa sürer ziyaretin, çünkü acının bile tatlıya ön hazırlığı vardır

Kimi insan hayal kurmaya çok bağlıdır. Fazlaca hayal kurmanın  insanın ruhuna epey bir etkisi vardır. Bunu her ne kadar rüyası bir şekilde anlatıyor olsam da bazı anlarda bu durum epey çerçefilli bir hale gelebilir.

Aslında durum hayalini nasıl yönettiğine bağlı. Mesela küçüklüğünden beri doğup büyüdüğün evinden çok uzaklara gidecek olsan, tüm herkesi geride bırakmak zorunda kalsan. Hayallerin; olayın karamsarlığından yararlanıp mum ışığına dahi yer vermeyecek zifiri bir karanlık mı inşa ederdi; yoksa hayallerin, etrafın zifiri karanlık gibi gözüksede bir ay ışığına tutulup saatler sonra o sonsuz karanlığın içindeki ay ışığının gündüze varacağı yönünde mi olurdu?

.

.

.







Yıl 1994

Gece saat 02.30'du. Şubat'ın 11'iydi. Havada sert bir esinti eşliğinde İstanbul'daki insanların kimisi yarının temposuna yetişmek için uyurken, kimisi yarının temposunun aksine bugünü diğer insanlardan daha fazla yaşamak umudu ile uyanık... Barışçı ailesi de huzurla yatağında yatanlardandı...Ta ki annemin bağırışına kadar...

Serpil- Onur kalk! Hadi lütfen Uyan!
Onur - Ne oldu?
Serpil - Kalk lütfen k-konuşamıyorum Onur kalk!
Onur - Ya korkutma insanı ne oluyor Serpil?
Serpil - Gelmek üzere, her an doğurabilirim. Hatta bekle doğuruyorum... Ayyy doğuyor mu?  yok doğmadı daha. Geldi gelecek diyorum Onur.
Onur - Tamam bekle, ya da ayağa kalk... yok kalkamazsın ya da  bekle bekle...
Serpil - Başka seçeneim var sanki... Ayyy ara hastaneyi öleceğim vallahi öleceğim
Onur - Şşş korkma birtanem. T-tamam hemen hastaneye gidelim. Haydi!

Saat 03. 54

Hastaneye gittikten yaklaşık 1 saat sonra babamın ömrü boyunca elleri ilk defa bozuk çamaşır makinesi gibi ritimsiz bir şekilde kuvvetlice titrerken annemin gözleri adeta kıpkırmızı olmuş sadece bir minik canı  telaşla beklerken nihayet beklenen kişi odadan çıkmış... Babam ilk defa yaşadığı bu kuvvetli duygunun getirdiği sevinçten; ilk defa akan göz yaşlarının farkında değilmiş. kucağındaki bebeğin yüzüne dikkatle bakmış...  Övünmek gibi olmasın tabii ama anlattıklarına göre masmavi gözlerim ve fındık gibi burnu ile o kadar güzel bakıyormuşumki babama... Babam bana baktığı anda anneme olan bu şaşırtıcı benzerliğime bakakalmış...  Ve kulağına yaklaşıp aynen şöyle demiş...

UMUTLARA İNANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin