medya: the neighbourhood- paradise
selamlar!!! bir önceki bölüme bıraktığınız güzel yorumlar için teşekkür ederim. aynı performansı bu bölüm için de bekliyorum. şimdiden teşekkür ederim.
okuduktan sonra oy vermeyi ve görüşlerinizi bildirmeyi unutmayınız.
keyifli okumalar!
***
Düşüncelerin boyunduruğu ve boğuculuğu altında geçen bir hafta sonunu geride bırakmak benim için oldukça sancılı olmuştu. Günü akşam edene kadar boş boş tavanı izlemiş, arada bir guruldayan mideme birkaç lokma bir şey göndermiş ve Taehyung'un attığı birkaç mesaja kısa cevaplar vererek onu kestirip atmıştım.
Çok doluydum. Zihnimin her bir köşesi Yoongi ile, birlikte geçirdiğimiz ve hata olarak nitelendirdiğim o geceyle, benim için hazırladığı kahvaltı masasıyla ve dağınık yazısıyla özür dilediğini yazdığı o küçük kağıtla dolup taşıyordu.
Deliliğin sınırlarında gezip yine de bir şekilde akıl sağlığımı korumayı başardığım hafta sonunun ardından şimdi ise ellerim cebimde, birkaç gün öncesindeki yağmurlu havaya tezat açan güneşin altında yolda bir ara denk geldiğim ve dakikalardır tekmeleyerek kendimle sürüklediğim taşa bir tekme daha savururken okula gidiyordum.
İçimde anlamlandıramadığım bir his vardı. Her ne kadar dile getirmek istemesem de Yoongi ile karşılaşacak olmanın gerginliği tüm bedenimi ele geçirmişti. Üstelik sadece karşılaşmayacaktık. Bugün artık ciddi anlamda provalara başlıyorduk. Tüm günümü onunla geçirmem gerekecekti ve Tanrım, o anı düşündükçe bile elim ayağım birbirine giriyordu.
Sıkıntıyla nefeslenip ayağımın ucundaki taşa, tüm hırsımı ondan çıkarmak istercesine var gücümle tekme attım. Taş, yolun karşı tarafına giderek ordan geçen bir adamın ayağına çarpmıştı. Adamın bu yüzden bir sorun çıkaracağını düşünerek nefesimi tutsam da, bana sadece kınayan bakışlar atarak yoluna devam etti.
Ben de derin bir soluk çektim içime.
Dalgın bir şekilde yoluma devam ederken, bir anda omzuma binen ağırlık ve yanağıma konan öpücükle neye uğradığımı şaşırsam da, tanıdık sesi duymam ve burnumun artık ezbere bildiği parfümün burnumdan içeri sızmasıyla çabuk toparlandım.
"Günaydın, Jiminie." dedi Taehyung neşeli bir sesle. Arkadaşım diye demiyorum, Taehyung her zaman neşeliydi. Benimle karşılaştırdığınız zaman daha hareketli, daha güleç, daha dost canlısı biriydi. Bazen benim gibi ketum bir herifte ne bulduğunu, daha eğlenceli kişiler bulabilecekken benimle arkadaşlığını inatla neden sürdürdüğünü düşünsem de Taehyung hep zıt kutupların birbirini çektiğini, eğer kendisi gibi arkadaşlar edinirse bu durumun aynada kendisiyle konuşmaktan farklı olmayacağını ve o zaman da işin hiçbir güzelliğinin kalmayacağını söyleyerek beni sustururdu. Ve sanırım haklıydı.
"Günaydın, TaeTae." derken gülümsemeye çalışsam da çok başarılı olduğum söylenemezdi. O kadar boğuluyordum ve bu durum o kadar yansıyordu ki gerek yüzüme, gerekse sesime; Taehyung'un özel bir çaba harcamasına gerek kalmadan bir sorunum olduğunu anlayacağını biliyordum.
İşte bu da başka bir sorundu.
Ona kendimi nasıl açacağımı, Yoongi'yle seviştiğimi nasıl anlatacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Taehyung beni yargılamazdı, öyle biri değildi. Zaten endişelendiğim ya da çekindiğim bu da değildi. Söz konusu Taehyung'tu. Ne tepki vereceğini kestiremiyordum ve bu beni birazcık korkutuyordu. Çünkü çoğunlukla çok uçta yaşardı hislerini. Tepkileri de coşkulu olurdu hep.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'm your Romeo, you're my Juliet // Yoonmin ✓
Fanfiction"Belki de, sarhoş olmalıyız." dedi Yoongi, kendini geri çekip eskimiş kanepemden kalkarken. "Evet," diye onayladım onu. "Kesinlikle sarhoş olmalıyız."