15: romeo ve juliet

4.9K 530 237
                                    


final

Hayatın ne zaman, size nasıl fırsatlar sunacağını kestiremiyordunuz. İyi sandığımız bir şeylerin sonu kötü bitebiliyordu veya bizim için kötü sonuçlar doğuracağını düşündüğümüz, hatta buna emin olduğumuz şeylerin sonu bizim için tahmin edemeyeceğimiz kadar güzel kapıları aralayabiliyordu.

İşte Min Yoongi de, benim için kötü olacağına inandığım ama hayatın bana açtığı en güzel kapıydı.

Onunla ilk ciddi karşılaşmamız, rollerin dağıtımı için Bayan Lee'nin yaptığı kuraydı. Aynı bölümdeydik, aynı sınıftaydık ancak hep uzaktık. Bunun sebebi bendim. Etrafıma ciddi duvarlar örmüş, Taehyung'dan başkasını yanıma yaklaştırmamıştım çünkü bir tek onun varlığı bana hep yetmişti, yetiyordu. Fakat Min Yoongi, bir şekilde kapımı aralamış, kendisini hayatımın bir parçası haline getirmeyi başarmıştı.

Min Yoongi ile daha önce göz göze geldiğim anlar, gözlerimin ona değdiği zamanlar olmuştu. Fakat hep saniyelikti. Bazen öylesine baktığım bir boşluktaydı, bazen dersten sıkıldığımda kafamı çevirdiğim taraftaydı, bazen de Taehyung ile kampüste güneşlendiğimiz çimlerin birkaç metre ötesindeki banklarda arkadaşlarıyla oturuyordu. Hep uzağımdaydı ama bir şekilde gözümün iliştiği yerdeydi. Onunla daha öncesinde konuşup sohbet etmemiştim. Hatta herhangi bir selamlaşma gerçekleştirdiğimize bile emin değildim.

Şimdi ise kendime kızıyordum. Kendimi etrafımdan bu kadar soyutladığım ve Min Yoongi'nin en azından hoş sohbetinden mahrum bıraktığım için geceleri sık sık kendime kızıyordum. Bu anlarda, Yoongi'nin kolları belime dolanmış oluyordu genelde. O zaman daha çok sinirleniyordum işte. Kendime olan kızgınlığım daha da artıyor, bir çığ gibi üzerime biniyordu.

Aşk neydi? Hakkında tonlarca tanım yapılan, binlerce hikaye yazılan ve destanlara konu olmuş bir kavramdı. İnsanlığın var olduğu andan itibaren mevcuttu. Aşk günahtı, yasaktı. Adem de cennetten Havva'ya olan aşkıyla ona uyduğu için bu aciz dünyaya kovulmamış mıydı? Onunla birlikte cennetten düşmemiş miydi?

Aşk bir düşüştü. Canınızı yakar, üstümüze taşıması zor yükler bindirir ve bazen de bizi ağlatırdı. Ancak aynı zamanda da, dünyadayken cenneti yaşamaktı. Aşık olduğunuz kişi etrafınızdayken pamuklara sarılır, engin bir denizde sonu olmayan bir yolculuğa çıkardınız.

Min Yoongi ile önce düşüşü yaşamıştım. Aklımı allak bullak etmiş, beni düşüncelere daldırmış, canımı yakmış, beni taşımakta zorlanacağım yüklerin altına atmış ve hatta ağlatmıştı. Ancak şimdi onunla sonunun gelmemesi için yakardığım bir yolculuktaydım. Sahip olduğumuz aşk denizimiz, yüreklerimiz de teknemizdi. Ben kendimi onun ellerine teslim etmiştim ve bu engin denizde beni nereye isterse oraya götürmesi için dümeni de eline vermiştim. Bundan ise tek bir saniye pişmanlık duymamıştım.

"Jimin?" daldığım düşüncelerden sevgilimin, sevgilindi sahiden, o yumuşak ama derin sesiyle sıyrıldığımda etrafımdaki karmaşa tekrar gün yüzüne çıkmış gibiydi. Birazdan, koca bir sene hazırlığını yaptığımız oyunu sergileyecektik. Okul personelinin ve öğrencilerinin yanı sıra ailelerimiz, halktan insanlar ve bazı devlet adamları da seyirciler arasındaydı. İlk kez bu kadar kalabalık bir güruhun karşısında bir oyun sergileyecektim. Heyecandan ellerim titriyor, midem kasılıyordu. Başrollerin erkek oluşuna, birbirimizi öpecek oluşumuza verecekleri en ufak bir olumsuz tepki beni yerle bir ederdi. İçten içe bunun olmasından ölesiye korkuyordum. Yoongi'nin sanki aklımdan geçenleri hissetmiş gibi onunkilerin yanında küçücük kalan ellerimi o güzel elleriyle sarması ise bana her şeyi unutturuyordu.

I'm your Romeo, you're my Juliet // Yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin