-Claire! Benden sana saldırmamı bekleyemezsin!
Üst üste birkaç yumruk daha attı ama hepsini savuşturdum. Ona zarar vermeden, onu yere indirmem lazımdı. Bir sonraki yumruğunda sağ kolunu yakaladım, sonra sol kolunu da aynı şekilde yakaladım. Şimdi onu yere indirmenin tam sırasıydı.
-Claire, üzgünüm ama bizimle gele-
Bu kez hiç düşünmediğim bir şekilde saldırdı. cevizlerime tekme atmıştı. O tekme ile saniyeler içerisinde, acıyla yere yığıldım. Birkaç saniyeliğine nefes bile alamadım.
-Bu... Bu hileye girer...Aghhh...
-Kimsenin kural koyduğunu hatırlamıyorum.
Özür dilemek yerine sırıtmayı tercih etti. Başımı çevirip Lux'a baktım. Sanki tekmeyi o da yemiş gibi yüz ifadesi değişmişti. Herhalde ne hissettiğimi az çok o da biliyordu. Kendini toparlayıp kolumu tuttu ve beni yerden kaldırdı. Nefes almakta çok zorlanıyordum. Yürümek imkansız hale gelmişti. Bu yüzden beni at arabasının arka tarafına yatırdılar. Konuşmalarını duyabiliyordum.
-Claire, biraz aşırıya kaçmış olmadın mı?
-Hak etmişti.
Kısık sesle gülmeye başladılar ve yola koyulduk. Biraz sarsıntılı bir yolculuk olacağa benziyordu. Yolda giderken kendi aralarında muhabbet ediyorlardı. Ben ise o tekmeden dolayı hala acı çekiyordum. Aradan yaklaşık 2 saat geçmişti ve etraf sessizliğini korumaya devam ediyordu. Biraz daha ilerledikten sonra at arabası durdu. Ağrım azalmıştı ve zor da olsa yürüyebiliyordum. At arabasından indim ve Lux ile Claire'in yanına gittim. İkisi at arabasının biraz ilerisinde durmuş konuşuyorlardı. Neden durduğumuzu sordum.
-Neden durduk?
-Önümüzdeki kocaman yıkılmış binalardan oluşan tepeleri farketmedin galiba. At arabasıyla üstlerinden geçemeyiz. Başka bir yol bulmamız gerekecek.
-O zaman etrafı biraz araştırsak iyi olacak. Bu geceliğine burada kamp kuralım. Yarın sabah şafakta yola çıkarız. Ben gidip etrafa bakınırım. Böyle engebeli olmayan bir yol olmalı.
-Emin misin?
-Evet, neden olmayayım ki?
Gözlerini Claire'e doğru kaydırdı. Yediğim tekmeden bahsediyor olamlıydı.
-Merak etme şimdi daha iyiyim.
-Tamam öyleyse. Claire, at arabasının arkasından uyku tulumlarını getirir misin?
Claire başını aşağı-yukarı sallayarak tamamdır dedi ve uyku tulumları almaya gitti.
-Anthony, dikkatli ol tamam mı? Eğer bir şey olursa hemen bağır.
-Tamam.
Yanıma Marcus'un benim için yaptırmış olduğu kılıcı alıp yola koyuldum. Etraf yıkık dökük binalarla doluydu. Eskiden güzel bir şehir olduğu belli oluyordu. Ama şimdi bir hayalet şehre dönüşmüş gibiydi. Çok sessizdi. Yürürken, birden cam kırılması gibi bir ses duydum. Ses çok yakından gelmişti. Etrafa bakındım.
-Belki de sadece hayal gücümdür...
Biraz ilerdeki bir arabanın yanından geçerken arabanın camında yansımamı gördüm. Eskisi gibi görünmediğimi farkettim. Etrafımdaki karanlık aurayı hissedebiliyordum. Hatta görebiliyordum. Sanki gerçekten vardı. Daha dikkatlice baktım. Arkamda gerçekten de karanlık bir şey vardı! Ensemin üstünde, bir şey nefes alıp veriyordu. Elimi yavaşça kılıcıma götürdüm ve kılıcımı kınından çektiğim gibi arkama döndüm. Hiçbir şey yoktu. Aklım bana oyunlar mı oynuyordu? Birkaç blok öteye yürüdüm ve köşeden sola döndüm. Buradaki yoldan geçebilirdik ama biraz tehlikeli görünüyordu. Sağ taraftaki bina neredeyse yıkılmak üzereydi. Önüne yıkılmasın diye destekler konulmuştu. Bayağı bir süredir bu haldeydi anlaşılan. Bir gün daha dayanabilirdi. Geldiğim köşeden tam geri dönecekken bir ses duydum. Bu hayal gücüm olamazdı. Burada yalnız değildim!
-Kimsin sen? Çık ortaya!
Ses gelmedi. Köşeyi döndüm ve ileride bir at vardı. Ama bu bizim atlarımızdan değildi. Simsiyah bir attı. Onun da etrafında, aynı kendi etrafımda hissettiğim gibi karanlık bir aura vardı. Bu atı bir yerden hatırlıyor gibiydim. Yavaşça ona doğru yürüdüm. Gözleri simsiyahtı. Tüyler ürperitici bir görünümü vardı. Aramızda 5 metre kadar kalmıştı. Durdum ve etrafa bakındım. Bir sahibi falan olmalıydı. Üzerinde eyeri bile vardı. Eyerin üzerinde kan renginde desenler vardı. Dikkatli bakınca atın tüylerinin üzerinde de koyu kırmızı renkte bir şekil vardı. "N" harfine benziyordu. Yanına yaklaşıp başını okşamak istedim. Elimi başına koyduğum anda içimi garip bir his kapladı. Garip ama tanıdık bir histi. Karanlık bir histi. Birkaç saniyeliğine gözlerim istemsiz bir şekilde kapandı. Gözlerimi açtığımda ise at yok olmuştu. Gerçekten aklımı mı yitiriyordum? Koşarak kampa döndüm. Nefes nefese kalmıştım. Claire beni görünce yüz ifadesi bir garip oldu.
-Anthony, berbat görünüyorsun. Hayalet falan mı gördün yoksa?
Dalga geçtiğini anlamıştım.
-Yorgunum. Gidip yatacağım.
-Tamam ama daha yemek yemedin.
-Aç değilim.
-Uyku tulumumun içine girecekken Lux yanıma geldi.
-Anthony, geçebileceğimiz bir yol bulabildin mi?
-Evet buldum. Şimdi izin verirseniz dinlenmek istiyorum.
Tam yatacakken Lux kolumu tuttu ve gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı.
-Anthony, bir şey mi oldu?
-Ha... Hayır...
-Nasıl düzgün bir şekilde yalan söyleneneceğini öğrenmelisin.
Kolumu bıraktı ve arkasını dönüp yürümüye başladı.
-Bir... Bir şey gördüm...
Durdu ve geri dönüp ne gördüğümü sordu.
-Ne gördün?
-Bir at gördüm. Simsiyah bir attı. Başını okşamak istedim ama gözlerim karardı ve saniyeler içerisinde at yok oldu. Sanki bir hayalet gibiydi. Belki de sadece hayal gücümdür. Bilmiyorum...
Lux biraz şaşırmış bir yüz ifadesiyle bana baktı.
-Attan başka bir şey gördün mü?
-Hayır... Ama atın üzerinde bir şey yazıyordu. Tüylerinin üzerine kanla "N" harfi yazılmış gibiydi. Büyük ihtimalle hayal gördüm. Sanırım çok yorgun olduğum içindir.
Lux sanki bir şeyler biliyormuş gibiydi. Biraz öfkelenmiş olduğu anlaşılıyordu.
-Merak etme. Hayal gücün olmalı. Yorgunsun, biraz dinlen...
Ses tonu değişmişti. Kesinlikle bir şeyler biliyor olmalıydı ama ben de gerçekten çok yorgundum. Onunla konuşmayı sabaha bırakmaya karar verdim ve uyku tulumumun içine girip uykuya daldım.
-Anthony... Anthony... Anthony...
Bir şey bana sesleniyordu. Etraf kapkaranlıktı. Karanlığın içinde bir adam vardı. Adımı tekrarlıyordu. Yaklaştım. Adam birden yok oldu. Arkamı döndüm ve bir tokat yiyip karanlıktan çıktım. Sabah olmuştu ve Claire yanımdaydı. Tokadı da o atmıştı.
-Kalk hadi yola çıkıyoruz.
-Tamam...