"...Yalnızlık paylaşılmaz .Paylaşılsa yalnızlık olmaz."
Su yerinde kıpırdandı gözlerini açtığında gördükleri şaşırmasına sebep oldu. Şu an resmen Yiğit'in üzerindeydi. Onu uyandırmamaya özen göstererek üzerinden kalktı. Bu utanç verici bir durumdu .Daha yeni tanıştığı biriyle bu şekilde uyuması gerçekten çok garipti. Yiğit uyandığında ondan özür dilemesi gerekiyordu. Muhtemelen tekrar görmeyeceği biriyle çok ta samimi olmanın anlamı yok diye geçirdi içinden. Böyle düşününce kötü hissetti. Nedenini çözmeye çalışıyordu ama aklına gelen tek bir şey vardı. Su yanlızlıktan korkuyordu ve birine tutunmak istiyordu. Kabullenmek istemese de durum buydu. Şu an ihtiyacı olan tek şey güvenebileceği biriydi. Bu durum onun daha da kötü hissetmesine sebep oluyordu. Akından bu düşnceleri attı ve hatırlattı kendine ; Güçlü olmak zorunda olduğunu, kimseye ihtitaç duymadan yaşaması gerektiğini hatırlattı. Bunu kendi kendine hatırlattı çünkü hayat hatırlatırken çok acımasız olabiliyordu.
Telefonundan saati kontrol etti. Saat 03.20'ydi. Tekrar uyumak istedi fakat bir türlü başaramadı. Yerinde kıpırdanıp duruyordu ve bu hareketlilik Yiğit'in uyanmasına sebep oldu. Yiğit de saate baktı. Yüzünü buruşturup
"Fazla mı erkekncisin" dedi uyku mahmurluğuyla.
"Özlür dilerim, sadece rahat edemedim. Sen uyu ben kıpırdamam." dedi ve kollarnı bağlayıp ardına yaslandı.
"Uyurken rahat gözüküyordun niye kalktın ki?"
"Sanırım biraz senin üzerine kaymışım uyurken. Farkedince hemen kalktım, gerçekten özür dilerim tekrar." dedi Su utançla.
"Ben yatırdım seni, rahat edememiştin." dedi Yiğit. Bundan çok normal bi şey gibi bahsetti Su'yun aksine. Su'yun şaşkınlığıysa yüzüne yansımıştı bile. Ne düşüneceğine bilemedi.
"Çok kibarsın ama buna gerek yoktu." dedi azarlarcasına. Utanmak istemiyordu fakat elinde değildi. Alışkın değildi böyle şeylere. Önüne dönüp sessiz kaldı.
Bu davranışları Yiğit'i gülümseti.
"Evet gerçek bi centilmenim." diyerek dalga geçti Su'yla.
Su gözlerini devirmekle yetindi.
Yolun geri kalanı boyunca uyumayıp sohbet ettiler. Gerçekten iyi anlaşmışlardı. Artık kendilerine itiraf edemiyorlardı ama bu yol hiç bitmesin istiyordu ikiside. Ama yol bitti... Saat sabah 06.00'dı. Otobüsten inip bagajdan eşyalarını aldılar. Hala yanyanaydılar, sanki bittiğini idrak edemiyorlardı. Kendilerine itiraf edemedikleri diğer şeyse birbirlerinden etkilendikleriydi.
Sessizliği bozan Su oldu.
"Sanırım yolumuz burda ayrılıyor" dedi gülümseyerek.
"Öyle galiba" diye geveledi lafı Yiğit. İçinde garip bir his vardı.
Su gülümsedi ve elini uzattı. "Hoşçakalın Centilmen Bey " dedi.
Yiğit ona uzanan eli sıktı ve "Hoşçakal Su" dedi.
Su arkasını dönüp yürümeye başladı. Yiğit olduğu yere çakılı kalmıştı sanki. Şu an aklından geçen tek şey ondan numarasını isterse nasıl tepki vereceğiydi. Emin olduğu tek şeyse eğer bunu şu an yapmazsa pişman olacağıydı.
"Su!" diye seslendi ardında. Su da bu anı bekliyormuş gibi hemen ona döndü. Yiğit ona doğru yürüyüp mesafeyi kapattı. "Bana numaranı verirmisin?" dedi. Su pek şaşırmadı ve sorar gibi baktı. "Benim gibi bi arkadaşa ihtiyacın var bence" dedi sırıtarak. Su Yiğit'i bu haline güldü
"Haklısın gerçekten. Bunu nasıl düşünemedim" dedi ve Yiğit'in uzattığı telefonu alıp numarasını kaydetti.
"Görüşürüz" dedi ve ona el sallayıp yoluna devam etti.İlk defa burada ayrıldı yolları, birleşmek üzere...
Evine varması yarım saatini almıştı. Şimdi anahtarını çıkarttıp kapıyı açtı. Bu eve taşındıkları günü hatırlıyordu. Dün gibiydi daha, annesiyle girmişti bu kapıdan içeri. Ne zorluklarla almıştı annesi bu evi. Yıllarca kredi borçlarıyla uğramıştı, gecesini gününe katıp çalışmıştı. Ardında kzına bırakabileceği birşeyi olsun istemişti...İçeri girip yavaşça kapadı kapıyı. Anahtarını bırakıp salona geçti. Her yer toz içindeydi. Sehpanın üzerinde ki çerçeveyi eline aldı. Annesiyle Su'yun bi fotoğrafıydı. Öyle içten gülüyordu ki annesi, küçük bi öpücük kondurdu yanağına. İçi acıyordu baktıkça. Çerçeveyi yerine bırakıp mutfağa doğru ilerledi. İşte yemek yedikleri masa buradaydı. Annesinin yemek yaptığı tezgah, sigarasını söndürdüğü kül tablası. Herşey buradaydı annesi dışında. Ne kadar tutmak için zorlasa da akmaya başlamıştı göz yaşları. Her köşesi anılarla dolu bu evde nasıl yaşayacaktı. Mutfaktan çıkıp annesinin odasına girdi. Sırt çantasını çıkarıp yere attı. Annesinin yatağına uzanıp yastığını kokladı. Alamadı annesinin konusunu, daha derin çekti içine ama nafile. Ağlaması iyice şiddetlendi "Annemm" dedi ağlarken "Kokun bile uçup gitmiş annem nerdesin" dedi sarsıla sarsıla ağlıyordu. Sımsıkı tuttu çarşafı bağrına bastı " Annem gel artık ben yapmıyorum sensiz gel" diye yalvarıcasına konuştu "Benim güzel annem, mis kokulu annem gel artık gel" diye sayıklıyordu. Saatlerce ağlayıp sayıkladı ve yorgun düşüp uykuya daldı.
Uzun bi uykudan sonra gözlerini araladı Su. Yataktan doğruldu ve esnedi. Neredeyse akşam olmuştu saat 17.30 du. Kalkıp lavaboya gitti önce. Ağlamaktan şişmiş gözlerine baktı dağılmış saçlarına baktı. Güzelce elini yüzünü yıkadı. Mutfağa gidip bir bardak su içti. Annesinin odasında bıraktığı çantasını alıp kendi odasına geçti, çantasındaki eşyalarını çıkartıp yerleştirdi. Üzerini değiştirdi ve saçlarını topladı. Bi süre evde öylece dolaştı. Sonunda ne yapması gerektiğine karar verdi ve gidip banyodan temizlik malzemelerini getirdi. Etrafı güzelce temizlemeliydi. Gidip tüm pencereleri açtı. Perdeleri indirip çamaşır makinasına attı. Süpürgeyi alıp tüm odaları süpürdü son olarak koridoru da süpürdü. Biraz yorgun hissetsede devam etti. Bir şeylerle ilgilenmezse tekrar kötü hissedeceğini biliyordu. O yüzden durmadı... Her yeri en ince ayrıntısına kadar sildi sıra camlara gelmişti. Camları silmekten nefret ederdi. O etrafın tozunu alırken annesi camları silerdi hep. Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. O gülümsemeyle sildi camları. Bu işi de bitirdikten sonra mutfağa geçti. Masayı ve tezgahı sildi. Temizliği bitirdiğinde hava kararmış saat 20.00 olmuştu. Buz dolabını açıp baktığında çoğu malzemenin bozulduğunu gördü hepsini bi çöp poşetine doldurdu. Markete gitmesi gerekiyordu. Çöpleri de şimdilik bi kenara bıraktı markete giderken çıkaracaktı. Gidip çamaşır makinasındaki perdeleri çıkardı. Karşılaştığı manzaranın üzerine güzel bi küfür savurdu. Perdeler yıkanalı çok olmuştu ve makineden çıkarmadığı için buruşmuşlardı. Asmaktan vazgeçti ve sepetin içine bıraktı. Çünkü asmadan önce ütülemesi gerekiyordu. Odasına gidip cüzdanını aldı, mutfaktan çöpleri de alıp çıktı evden. Market pek te uzak değildi. Apartmanın karşısındaki çöp konteynırına elindekileri atıp marketin yolunu tuttu. Aylak aylak yürüyor ve saçma şarkılar mırıldanıyırdu. Kendini iyi olduğuna inandırmak istiyordu. Aptal bir gülümseme takındı yüzüne. Markete gelmişti bile. Kapıyı iteleyerk içeri girdi. Bir araba aldı ve evde eksik olan şeyleri içine doldurdu. Alışverişini tamamlayıp marketten çıktı. Yine aynı uyuşuklukla şarkılar mırıldanarak eve döndü.
"Ben geldim ev." diye seslendi. Kendince eğlenmeye çalışıyordu. Mutfağa geçip eşyaları yerleştirdi. Karnı epey acıkmıştı. Şöyle bi seşeneklere baktı. İlgisini çeken bi şey yoktu, o da yemek işini erteleyip perdeleri ütüledi. Perdeleri de taktıktan sonra kendini koltuğa attı.
Bitmişti artık, çok yorgun hissediyordu. Belki yorgunluğunu alır düşüncesiyle bi duş aldı. Odasında saçlarını taradı ve kurutmaya gerek duymadan ıslak bıraktı. Hava çok sıcaktı kendi halinde kuruyabilirlerdi. Gidip çalışma masasına oturdu 11.sınıftan kalan kitap ve defterleri vardı masada. Fen matematik öğrencisiydi Su. Bu yıl gireceği üniversite sınavı geldi aklına. Annesi ölmeden önce yaz tatilinde TYT çalışmayı planlıyordu. Ama şu masaya oturana kadar aklına bile gelmemişti sınav. Gerçi eğer hayatındaki büyük değişim olmasaydı da aylaklık edip yine bitiremezdi TYT'yi. Bıkkın bir nidayla arkasına yaslanıp masanın hemen yanındaki kitaplığına baktı. Alt raflarında sıkış tıkış dizilmiş test kitapkarına baktı toz alırken iyice dağıtmıştı az önce. Onları düzenlemeyi erteledi ve üst raftaki okuma kitaplarına baktı . En son okuduğu kitap olan Uğultulu Tepeler'de takıkı kaldı gözleri. Akına Yiğit'i getirmişti bu kitap . Heathcliff ve Caty'nin ızdıraplı aşkı onu üzmüştü. Bu konu hakkında Yipit'e onların acı çekmeyi hak etmediklerini söylemişti. Yiğit ise" Kimse acı çekmeyi hak etmez "demişti Su'ya. Haklıydı Yiğit insanlar hak etmese de acı hep bi yolunu bulup giriyordu kalplerine.Kalkıp kitaplığın önünde durdu. Bi şeyler okumak istiyordu. Aforizma ve şiir kitaplarına gitti eli. Oscar Wilde'nin Hiçbirşey Eskimez Mutluluk Kadar kitabını aldı eline. Daha önce defalarca okumuştı bunu , tüm eserlerinden toparlanmış aforizmalardan oluşuyordu kitap. Ardından Özdemir Asaf'ın Yalnızlık Paylaşılmaz'ını aldı. Elindeki kitaplarla odasından çıkıp salona geçti.Kitapları koltuğun üzerine bıraktı ve mutfağa gidip kendine bi kahve yaptı. Salona dönüp koltuğa yerleşti ve okumaya başladı. Okurken kahvesini içmeyi de ihmal etmiyordu. Kitapta daha önce altını çizdiği ya da yanlarına aldığı küçük notları görünce hüzünleniyor anınlar arasında kaybolup gidiyordu. Yine altını çizdiği bir şiiri buldu ve tekrar tekrar okudu.
Yalnızlık, yaşamda bir an,
Hep yeniden başlayan..
Dışından anlaşılmaz.Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan..
Paylaşılmaz.Bir düşün'de beni sana ayıran
Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOLDAŞ
Romance"Gerçek düşmandan sınırsız cesaret akar içimize." Peki ya kim bu düşman? Hayaller? Zaaflar? Korkular? Kabullenilemeyenler? Hangisi senin düşmanın? Nasıl yaşamak istersin hayatı? Verdiğin kararlar üzerine üzerine geldiğinde, onları çiğneyip geçmek...