BAZEN GÖZLER ANLATIR HER ŞEYİ

26 3 0
                                    

Zamanın durması imkansızdır, bu herkes tarafından kabullenilmiş bir gerçektir. Peki ya sen durduğunda? Sen durduğunda ve zaman seni beklemeyip geçip gittiğinde nasıl hissedersin? 

Su durmuş ve zaman geçip gitmişti. Günlerdir evden çıkmamış, günlerinin büyük bir kısmını ise salondaki koltukta geçirmişti. Aynı koltuk, aynı insansız kalabalık, aynı cevapsız sorular ve daha birçok aynı şey. Kendini hiç bu günlerde hissettiği kadar boşlukta hissettiği olmamıştı. Sanki bedeni burada ama ruhu dünyayı dolaşıyor gibiydi. Bu sürüklenme gibi bir şeydi. Düşünceleri onu zıt yönlere çekiştirip duruyor, tam buldum dediğinde tekrar her şeyin karışmasına sebep oluyorlardı. Büyük bir duygu karmaşası içindeydi ve onu bu durumdan kurtaracak kimsenin olmaması bu olayı çözümsüz yapıyordu. Çünkü kabullenmişti Su, bu olayı kendi başına çözemezdi artık. Onu en çok dibe çekende, neyin var diyen birinin olmamasıydı. Eskiden böyle hissettiği zamanlarda yalnız kalıp düşünmek isterdi. Şimdiyse istemediği kadar yalnızdı ve bu sefer bu sorunu yalnız başına çözemiyordu.  

O gece Yiğit evden ayrıldıktan sonra Su'yun teyzesi Seda Hanım gelmişti. Öyle öfkeyle eve dalıp Su'ya demediğini bırakmamış, tek kelime etmesine izin vermeden çıkıp gitmişti. Söylediği şeyler hala aklından çıkmıyordu Su'yun. Hakaretler, tehditler, ona iğrenç bir varlıkmış gibi hissettiren bakışlar... bunların hepsi bir yana kurduğu bir cümle vardı. 

"Seni yetiştirmek için ömrünü çürüttü kardeşim, genç yaşta kötü hastalığa yakalandı. Kardeşimi gömdün sıra bize mi geldi! ..." 

İşte bu cümle paramparça etmişti onu. Gerçekten suçlu muydu? Annesinin, hayatındaki tek değerli kişinin, ölümünde payı var mıydı? 

Anıları beyninin her köşesindeydi. Annesinin o kapıdan yorgun girişleri, kaldığı mesailer, bazen yorgunluktan yemek bile yemeden kendini yatağa zor attığı günler. O anlar gözüne geldikçe teyzesine hak veriyor ve tarifsiz bir acıyla kıvranıyor, ağlıyordu. Vücudunun her hücresi kasılıyor ve ağrıyordu. O koltukta sanki kendini daha fazla sıksa, yok olup gidecekmiş gibi küçülüyordu. Tüm fiziksel gücünü buna harcıyordu. Ardından güç bela bu anıları aklından atıyor. Annesiyle güzel anılarını düşünmeye çalışıyordu. Onun hayatında bir kamburdan fazlası olduğuna inanmak istiyordu. 

Günlerdir süren çekişmesi buydu işte. Günlerdir omuzlarındaki bu yükle dolaşıyordu bu evin içinde. gittikçe artıyor asla hafiflemiyordu. Günlerdir yemek yemiyor, gün içinde duş alıyor ve geri kalanındaysa o koltukta oturuyor, uyuya kalıyor ya da düşünceleriyle boğuşuyordu.  

Su yine uyuya kaldığı koltukta sırtında  hissettiği ağrıyla uyanmıştı. Ağlamaktan birbirine yapışan gözlerini araladı ve gördüğü manzarayla yerinde donup kaldı. Bu gerçek olabilir miydi? Gerçekten şu an karşısındaki annesini miydi? 

Annesinin yüzünde sıcak, güven veren bir gülümseme vardı. Gözünü bir an olsun Su'dan ayırmıyor sadece ona şefkatle bakıyordu. Su bunun bir rüya olduğunu anlamıştı. Bu hiç bitmesini istemeyeceği bir rüyaydı. Sanki hareket ederse her şey bozulacakmış gibi geliyordu ve bu yüzden asla kıpırdamadı. Tek bir kelime dahi etmedi, kelimelere harcayacak zamanı yoktu çünkü. Sadece baktılar birbirlerine, annesinin gözlerinden dünyadaki tüm güzel hisler akıyordu sanki. Dünyadan kopmuş zaman ve mekandan bağımsız hissediyordu. Belki saniyeler belki de saatler geçmişti... Bu sürede aklındaki soru işaretleri kaybolup huzura dönüşmüştü. Annesi ilk defa kımıldayıp ona yaklaştı.

"Sana güveniyorum..." 

Ve kayboldu... Öylece gözlerinin önünde buhar olup gitti. Su birkaç kez gözlerini açıp kapattı ama değişen hiç bir şey yoktu. Annesi gittiğine göre uyanması gerekmiyor muydu? Garip bir o kadar da güzel bir rüyaydı, bitme vakti gelmiş bir rüya.

YOLDAŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin