7 They say only the good die young

195 25 6
                                    

Taehyung alnını yavaşça alnıma yasladı ve bana sıkıca sarıldı.

Ben hâlâ hiçbir şeyi idrak edememiş, öylece bakıyordum.

"Dilini öğrenmek istiyorum."
Güldü, ufak kıkırtısını duymuştum.

"Kulaklarını kapatırsan anlarsın ancak dediklerimi."

"Taehyung, kulaklarımı kapatırsam duyamam ki?!"
Kafasını kaldırdı ve dirseklerimi tutup gözlerimin içine doğrulttu bakışlarını.

"Diğerlerini duymazsın, beni istersen her zaman duyarsın."

"Oh, tamam o hâlde..."

"Çok güzelsin Jeongguk."

Az önce beni öpmüş olmasına rağmen çok garip hissediyordum. Bu his anlatılamazdı,
Sanki minik bir kuştum ve kanatlarımın uçmaya yaradığını öğrenmiştim.
Sanki, sanki bu ben değildim.
Jeon jeongguk, en çok ben bilirdim bu günahın büyüklüğünü.

Sol omzumdaki melek kulağıma doğru çığlık atıyordu.
"Git, git ve tövbe et."

Taehyung'dan biraz uzaklaştım. Dirseklerimi tutan kolları boşluğa düştü, alnım ter içinde kalmış, zülüflerimi tenime yapıştırmıştı.

"Jeongguk?"

"Taehyung, ben gitsem iyi olur..."

Benim ondan kaçan gözlerime inat o gözlerini daha da büyütmüş, benden ayırmıyordu.

"Üzgünüm, Özür dilerim ben-ben cidden özür dilerim sadece bir an-"

"Hayır, hayır Taehyung senin suçun yok. İhanet eden benim, sadece bir an gözlerim döndü ve ben, ah. Ben kendimi kaybettim."

Yanıyordum, neden bilmiyorum. Cayır cayır yanıp kavruluyordum.
İlk öpücük geldi aklıma. Ben az önce ilk öpücüğümü kendimden birine vermiştim, bir kıza değil, olması gerekene değil.

"Jeongguk, Hey! Jeongguk-"

Taehyung gözleri dolu şekilde bana bakarken ben bakamadım ona, koştum. Kapıyı hızlıca açtım ve evden çıkıp kendi evime koştum.
Ailem evde değildi bugün, kasabanın sonunda yaşayan bir ihtiyarın tarlası ile ilgileneceklerdi tüm gün. Bunu fırsat bilerek koştum eve ve tüm giysilerimi çıkarıp hızla duşa girdim.
İyice temizlenmeliydim.
Çünkü Tanrımdan özür dileyecek, dizlerimin üzerine çöküp tövbe edecek, beni affetmesini bekleyecektim.

Geçmiyordu, tüğlerimi diken diken yapan bu soğuk suya rağmen ateşim geçmiyordu. Beni cezalandırıyordu. Cezalandırılıyordum. Gittikçe halsizleştim. Yalpalayarak minik banyodan çıktım ve üzerime uzun, siyah elbisemi geçirdim.

Dizlerimin üzerine attım kendimi. Kafamı kaldırdım sanki sadece yukarıya bakarken görüyormuşcasına beni.
Gözlerimi kapadım, Göremesem bile huzuruna gözlerim açık çıkamazdım Tanrımın. Utanıyordum.

"Sen, tüm her şeyden yüce ve büyük Tanrım, Sen büyük Merhametli Tanrım. Sen bu acizi affet."

Yutkundum, sesim zor çıkıyordu. Ama sesim çıkmasa bile duyardı ki beni o.

"Sen bu kendine hakim olamayan irademi, onun bir dokunuşuna yanıp kavrulan bedenimi, Yerinden çıkacakmış gibi çarpan kalbimi affet."

Ellerim kafamla birlikte önüme düştü. Ve yemin ederim delicesine yanıyordum.
Kulağıma fısıldadı biri;

"Jeon, Onu orada öyle bırakıp gittin. Senin Merhametli Tanrın seni affeder,
Peki ya onun incinen kalbi seni affeder mi?"

Gözlerimi sıktım, kaşlarım sinirli bir tavır aldı. Gözümden bir damla yaş aktı. Ellerimden zorla bir kuvvet aldım ve ayağa kalktım.
Birkaç saniyeliğine gözlerim karardı fakat buna aldırış etmeden evden çıkmıştım, ayak bileklerime kadar beni örten bu bol siyah kumaş koşmamda rahatlık sağlıyordu. Akşam oluyordu, hava turuncu bir hâl almıştı.

Karşımda o tanıdık koyu kahverengi ev çıktı, kapının önüne gittim ve son gücüm ile tıkladım kapıyı, sonrasında ayaklarım bile taşıyamadı omuzlarımdaki yükü. Yere düştüm. Yavaşça kapandı gözlerim, son bir ses duydum.
Günağıma ortak olan adamın bana seslenişini duydum, sesi o kadar acı içinde çıkıyordu ki, kim bilir ruhu ne hâldeydi.
Hepsi benim hatamdı,
Özür dilerim.

Paper Hearts | Taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin