Güneş ışıkları ufuktan kendini göstermeye başladığı bir yaz sabahı. Bu saate kadar bahçede oturup düşünmüştüm. Neden mutlu değildim, içimdeki tatminsizlik duygusunun sebebi neydi? Günlerdir her gece düşündüğüm soruların sonunda kendime verebildiğim tek cevap 'Ait olmadığın bir hayatın içindesin Mirel.' Uykulu gözlerimle kendi iç savaşımı vermeye devam ettiğim sırada içeriden babamın seslenmesiyle irkildim.-Kızım annenin ilaçlarını ver sonrada doğru dükkana git öğlene doğru gelirim bende.
Hemen kalkıp doğruca annemin yanına gittim saçlarını sevip başına bir öpücük kondurarak 'Günaydın anneciğim.' Annemden cevap alamadığım sesini duymadığım 7.yıl. Başucundaki ilaç kutusuna baktım. Günlere ayırmıştı babam Pazartesi,Salı,Çarşamba,Perşembe,Cuma,Cumartesi,Pazar... haftanın 7 günü böyle söyleyince basit geliyor kulağa, sanırım şöyle söylemek daha doğru olacak, bir ömrün her haftası..
Anneme ilaçlarını verdikten sonra dükkanın yolunu tuttum. Yolda gece boyu düşündüğüm sorular yine beynimi yemeye başlamıştı. Hiçbir zaman hayatımdan şikayet etmemiştim ama 18 yaşımın ilk sabahında yürüdüğüm bu yoldan memnun değildim. Bu sorularla boğuştuğum sırada hiç farkında bile olmadan dükkana varmıştım.
Paslanmış kapıda anahtarı çevirmeye çalışırken dükkanının önünü temizleyen yan komşumuz Ahmet amca;
-Günaydın kızım, bugün okula gitmiyor musun hayırdır?
-Günaydın Ahmet amca, babam bugün dükkanı benim açmamı istedi kendisi sahile tezgah kuracakmış.
-Aman ne iyi etmiş hava pek güzel turistler doluşmuştur şimdi.
Artık okula devamlılığımı sağlayabileceğime bir inancım kalmamıştı, annemin ilaçlarını yurtdışından getirtmek için canını dişine takıp çalışan babamın bana ihtiyacı vardı. Bencil olamazdım.
7 yıl önce babamla denizde yüzmeye giden 9 yaşındaki kardeşim Oğuz'un boğulup ölmesi sonucu aynı denize kendini dağın tepesinden atıp yatalak kalan annem, 7 yıldır sadece annemi yaşatmak için yaşayan babam..Babam bunu annemi çok sevdiği için mi yapıyor yoksa bir noktada Oğuz'un ölümünden kendisini sorumlu hissettiği için mi bilmiyorum ,kendimi bu hayatın neresin koymalıyım onu da bilmiyorum.
Tüm bu düşüncelerimi geride bırakıp günün kalanını güzel geçirmek için radyoyu açtım. Radyoda çalan şarkı zamanın en popüler şarkılarından biri olan 'Sevmek Zamanı'. Dans edip mırıldanarak dükkanı süpürüyor, rafları düzenliyordum. Kendimi çok kaptırmış olmalıyım ki içeriye giren müşterileri pek sonra fark ettim. Gözleri üstüne çeken güzellikte bir kadın ve yanında küçük bir kız. Küçük kız eteğimi savuşturarak sordu;
-Abla burada çikolata yok mu?
Küçük kızın bu sorusu yüzümü güldürdü;
-Ablacığım tuhafiye dükkanı burası ne gezsin çikolata...
Küçük çocuğu üzen cevabımdan sonra annesine nasıl yardımcı olabileceğimi sordum ancak kendileri çoktan takıların arasında kaybolmuş gibi gözüküyordu.Bozcaada'nın özel doğal taşlarından yapılmış benim de çok sevdiğim kolye ve küpe takımını almıştı. Takılarının ödemesini yaptıktan sonra teşekkür edip ayrılmak üzereyken;
-Bu Bozcaada magnetleri ne kadar?
-7 tl efendim.
Kendi kendime içimden söylenmeden edememiştim, fiyatı ne olursa olsun alacaktı ne diye sorup duruyordu ki? 3 tane aldığı magnetlerin ödemesini de yaptıktan sonra kasanın altında duran Moliere'in Cimri eserine bakarak;
-Tiyatroya ilgin var gibi gözüküyor..
-Evet efendim.
-Hiç izledin mi Cimri oyununu?
-Aman efendim, ben kim gerçek bir oyun izlemek kim ancak yaz sezonu açıldığı zaman sahilde turistler için düzenlenen açık hava oyunlarına ya da animasyon ekiplerinin insanların ilgisini çekmek için yaptığı sahnelere denk gelebilirsem şanslı hissederim.
Böyle bir cevap beklemiyor olmalıydı ki suratının şekli değişmişti. Çok geçmeden eski heyecanına dönerek;
-Adın ne?
-Mirel efendim.
-Bende Elif.
Diyerek elini uzatıp memnuniyetini dile getirdi. Bir şeyler ikram etmek için ne kadar ısrar etsem de vakti olmadığını ama mutlaka uğrayacağını söyleyerek kapının önünde kendi kendine oyunlar oynayan küçük kızı da alıp ayrıldı.
Kadın o kadar güzel ve dikkat çekiciydi ki arkalarından imrenerek bakmaya devam etmiştim. Fakat ardı ardına gelen dillerini çözmekte zorlandığım turistler yine hayaller alemine dalmış olan beni kendime getirdi. Yaz sezonu tam olarak açılmamışken bu kalabalığın sebebini sorgulamaya fırsatım dahi olmamıştı.
Tahmin ettiğim üzere babam dükkana bugünde gelmemişti ve gün boyu dükkana ben bakmış kepenkleri ben kapatmıştım. Dönüş yolunda yine beynimde aynı şeyler dönüp duruyor. Eve gideceğim nenemin hazırladığı yemeği anneme yedireceğim ilaçlarını vereceğim. Okuyabilirsem bir iki sayfa kitabımı okuyup aynı güne uyanmak için uyuyacağım.Nihayet eve varabilmiştim. Çok yorgun bir gün olmuştu yapmam gerekenleri yapıp kendimi yatağa atmak için sabırsızlanıyordum.
İçeri girer girmez aldığım nefis yemek kokusu bana sabahtan beri hiçbir şey yememiş olduğumu hatırlattı. Sanırım çok güzel yemekler yapma özelliği sadece benim neneme özel değildir...Biraz olsun beni kendime getiren koku koşarak mutfağa gitmeme sebep olmuştu. Nenemin yanaklarından öperek;
-Zeynep sultan nasıllar bakalım?
-Ben iyiyim kızım seni sormalı
-İyi bende nene ama sen pek bir keyifsiz geldin bana.
-Annen kızım, halsiz bugün her zamankinden bir farklı.
Elimdeki su bardağını tezgaha bırakıp doğruca yukarıya çıktım.
Annem uyuyordu.Kapıya yaslanıp onu uzaktan izlemek çok hoşuma gidiyordu. 7 yıldır oracıkta öyle yatıyor olmasına rağmen melek gibiydi... Gördüğüm en güzel kadındı annem. Bembeyaz teni sapsarı saçları masmavi gözleriyle ışıl ışıl parlıyordu. Ben anneme benzemiyordum.Kumral saçlarım kahverengi gözlerim daha çok babamı andırıyordu
ama Oğuz...Tüm genlerini annemden almıştı. Canım kardeşim.. çok güzel bir çocuktu Oğuz.Aramızda iki yaş vardı. En yakın arkadaşımdı benim oyun arkadaşım sırdaşım her şeyimdi. Oğuz varken çok güzel bir hayat yaşıyorduk. Hiçbir zaman maddi olarak güçlü bir aile değildik bir ekmeği hepimiz paylaşırdık. Nenem , Oğuz , babam,annem, ben. 5 kişilik sıcacık bir yuvamız vardı bizim. Sohbetlerimiz, sarılmalarımız,kahkahalarımız ,oyunlarımız vardı.
Bu düşüncelerim yine kendi içimde 'Bir baba çocuğunun boğulduğunu nasıl göremez,nasıl bu kadar dikkatsiz olabilir?' savaşına dönmemesi için hemen gözyaşlarımı silip annemin başucuna oturdum. Gerçekten nenem haklıydı o beyaz ten daha fazla ne kadar beyaz olabilir diye düşünüyordum ki görmüş oldum. İçim sızlıyordu ama elimden bir şey gelmiyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİREL
Teen FictionÇok uzun zamandır aklımda olan ancak gerçeğe dökülmek için geç kalınmış bir kitap bu... İlkokulda sürekli kendi başına bir şeyler yazıp kapağını bile kendi ciltleyen küçük çocuğun ilk gerçek kitabı. 2020 Karantina sürecinde kağıda dökülmeye başlanmı...