Gözlerimi tavandan çektim ve kapıya diktim. Sanırım Taehyung gelmeyecekti. Onu kırmış mıydım? Ah bunları düşünme Jimin.
Ayağa kalktım ve dolabıma ilerleyip içinden pijamalarımı çıkardım. Hızlıca üzerimi değiştirip kendimi tekrar yatağıma attım.
Taehyung'u affetmesem bile bir gün yok olur muydu? Aniden gider miydi? Ona veda edemeden gider miydi? Ya da herhangi bir zaman gider miydi? Mesela bu gece? Yarın? Ondan sonraki gün? Yanımda sonsuza kadar kalmasının bir yolu yok muydu? Ona dokunmama gerek yoktu, yeterki yanımda kalsın. En korktuğum şey de ne zaman gideceğini bilemememdi. Ya ona veda edemeden giderse? Ya ona söylemem gereken şeyleri söyleyemezsem?
Kolumu gözüme siper ettim ve dolan gözlerimi engellemek maksadında gözlerime bastırdım.
Taehyung gitmemeliydi. Beni bırakmamalı. Ben ona bu kadar bağlanmışken gitmesini kaldıramazdım. Ona en başından beri bağlanmıştım ben. Beni terk ettiğinde de ona bağlıydım, ölü olarak geri döndüğünde de. Neden bağlanan hep ben oluyordum? Neden Taehyung bana bağlanmamıştı? Ayrıca neden geride bırakılan da hep ben oluyordum? Yaşarken de, öldüğünde de beni bırakıyordu.
Giden mi daha çok acı çekerdi yoksa geride kalan mı? Gideni bilmem ama geride kalan olarak ben çok acı çekmiştim. Artık geride kalan olmak istemiyordum. Artık ben giden olmak istiyorum ki biraz da Taehyung acı çeksin ama yapabileceğim birşey yoktu. Ben geride kalan olmaya mahkumdum. Hiçbir zaman giden taraf olamayacaktım.
Babam çocukken annemden ayrıldığında ilk defa o zaman geride kalan olmayı tatmıştım. Daha sonra annem ve en sonunda da Taehyung bana geride olmayı tattırmıştı.
Hani derler ya bir şeyi sürekli yaşarsan artık alışırsın, acıtmaz diye, bu doğru değildi. Geride bırakılmayı ne kadar yaşarsam yaşayayım alışamıyordum. Her zaman sanki ilk geride bırakılışımmış gibi acıyordu.
Benimkisi kabuk olan bir yarayı yolmak gibi değildi, benimkisi kabuk olan yaranın üzerine tekrar bir yara açmak gibiydi. O yaranın kabuk olması için o kadar çabaladıktan sonra kabuk olmuş yaranın üzerine bir yara daha ekleniyordu.
Hayat çok acımasızdı değil mi? Sana doğduğunda bir aile veriyordu-bazı istisnalar hariç- ve seni o aileye bağlayıp sana yürümeyi öğretiyordu. Seni mutlu yapıyordu. Hatta o kadar mutlu yapıyordu ki havada uçtuğunuzu zannediyordunuz. Ardından sizin bağlarınızı birden koparıyordu ve siz daha ne olduğunu anlamadan yere çakılıyordunuz. Zamanla tekrar yürümeye başlıyordunuz. Tam diyordunuz herşey geçti ardından sizin önünüze bir taş koyuyordu ve siz yürümeye daha yeni başlamışken yine düşüyordunuz.
Çok merak ediyorum, acaba hayatında bağları hiç kopmayan, hiç yere düşmeyen insan var mıydı? Var olduğunu hiç sanmıyorum çünkü her insan hayatında 1 kez bile olsa düşerdi. Ben hayatımda 3 kez düşmüştüm ve düşmeye de devam edecektim. Çünkü ben buna mahkumdum. Ben geride bırakılmaya, düşmeye mahkumdum. Bu asla değişmeyecekti.
Telefonumun ışığı odayı aydınlattığında telefonumu elime aldım ve mesaj geldiğini fark ettim.
Kook: Teşekkürler hyung 😊
[görüldü]Telefonu kapattım ve yanıma koydum. Kook'u mutlu ederken Taehyung'un canını yakmıştım. Ben kötü bir arkadaştım. Ben Taehyung'un ruh eşi olmayı hak etmiyordum. Ben Taehyung'u hak etmiyordum.
Kapanmaya başlayan gözlerime karşı gelmedim ve kendimi uykuya teslim ettim.
~~~~~~~~
Alarmın çalmasıyla gözlerimi araladım. Bugün de işim vardı değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Ghost Boyfriend ➳ Vmin
FantasyKim Taehyung yıllar sonra Park Jimin'in yanına dönebilmişti. Fakat bu dönüş ikisininde istemediği şekilde olmuştu. -Neden böyle oldu? Taehyung'tan ses çıkmayınca devam ettim. -Neden ölüyken yanıma gelmek zorundaydın ki? Taehyung'un iç çekişi kul...