ten, loş ışıklarla aydınlatılmış odanın ortasındaki deri sandalyede oturuyordu. sandalyenin bir kenarına dirseğini yaslamış, 'patron'u donghyuck'un ona bir sonraki hedefini açıklamasını bekliyordu. ten, kendisine söylenenleri pek dikkatli dinlemezdi, bu yüzden ondan daha genç olmasına rağmen bu çocuğun neden kendisinden üstün olduğunu bile bilmiyordu. yeni hedefinin bir insan kaçakçısı olması kısmı hariç donghyuck'un konuşmasının çoğunu dinlememişti. her zaman aynı şeyleri anlatıp durduğu için, onu dinleyip dinlememesi önemli değildi. sadece baştan çıkart ve öldür.
----
ten, siyah limuzinin rahat arka koltuğunda oturuyordu. göz makyajını öne çıkarmak için saçlarını arkaya doğru yatırmıştı. siyah bir blazer ceket dışında üzerine bir şey giymemişti, böylece göğsünü gözler önüne seriyordu, kombinini dar bir pantolon ve siyah ayakkabılar ile tamamlamıştı. sade ve göz kamaştırıcı.
bütün araba yolculuğunu donghyuck'un sözleriyle geçirdikten sonra, istediklere yere varmışlardı. arabadan inmeden önce son kez donghyuck'a baktı ten. topuklarının zeminde çıkarttığı tok sesler eşliğinde otelin girişine doğru yürüdü. içeri girer girmez havadaki tütün kokusunu almıştı. vakit kaybetmeden otelin eğlence merkezine ulaştı, bar tezgahının önüne oturdu, bir içki sipariş eti ve yüzünü eline yaslayarak etrafı incelemeye başladı. bu sırada barmen hazırladığı içeceği getirmişti. bardağı dairesel hareketlerle çeviriyor ve içindeki buzların bardağa çarptıkça çıkardıkları sesleri dinleyerek, şu an gayet mutlu bir şekilde kumar oynayan hedefini izliyordu.ten içeceğinden bir yudum almadan önce gözlerini devirdi, çirkin ve yaşlı bir adam daha.
koca salonda, adamın oyunu kazandığını gösteren bir haykırış yükseldi. ardından adam ayağa kalktı, iğrenç sesiyle kahkahalar atarak ve elindeki paraları sayarak bar tezgahına yürüdü. adam viski gibi bir şey sipariş etti, ama siparişinin ne olduğu şu anlık ten'in umrunda değildi.
adama döndü ve bacak bacak üstüne attı, her insanı kendisine hayran bırakabilecek biçimde gülümsedi. karşındaki bir insan kaçakçısı, işin kolay olacak.
adam, ten'e bakmak için gözlerini saydığı nakit paralardan birkaç saniyeliğine çekti ve ten'i baştan aşağı süzdü. "senin gibi tatlı bir çocuk burada ne arıyor?"
ten çoktan adamı tuzağa düşürmüştü. adamın bacağını okşayarak kulağına doğru eğildi, "belki de, beni memnun etmesi için senin gibi birini arıyorumdur?" bu mide bulandırıcı.
----
ten adamla çoktan odada yalnız kalmıştı. bu, onun eşsiz yeteneklerinden biriydi. dünya üzerindeki herkesi kendisine çekebilirdi. şimdiye kadar etkilemediği, daha önemlisi öldüremediği bir kişi bile yoktu.
dakikalar sonra, ten'in bedeni adamın altındaydı. sigara kokuyor, iğrenç.
ten yüz ifadesini yumuşattı, bundan zevk alıyormuş gibi davranmaya başladı. adamın yanağına elini koydu ve kendisine bakmasını sağladı. gözleri kapanmadan önce son kez adama baktı, ceketinin içindeki küçük cepten bıçağını çıkardı ve adamın boynunu tek hamlede kesti.
kendine gelmek için birkaç dakika bekledi ten, iğrenç hissediyordu. sonra yerinden kalktı ve kan sıçrayan yanağını kapıdaki iki iri korumaya fark ettirmeden otelden çıktı. ten'in ardından odaya girip cesedi gören koruma diğerini uyardı ve ten'in peşinden koşmaya başladı. ne kadar hızlı koşsa da ona yetişememişti, ten çoktan oradan ayrılmıştı.
----
hâlâ dışarıda onu bekleyen limuzine bindi, hızla kapıyı kapadı ve derin bir nefes alarak pahalı koltuklara yaslandı.
ten'in karşısında oturan donghyuck, onun adamı öldürdüğünü varsayarak konuşmaya başladı, "iyi işti."
ten önünde bulunan kaseden bir lolipop aldı, açtı ve ağzına attı, "bana ne zaman eğlenebileceğim birini vereceksin? bir tonluk yaşlı adamlarla aynı yatakta olmanın ne kadar iğrenç olduğuna dair bir fikrin var mı senin?"
donghyuck iç çekti, "ten, bu sadece bir iş. her zaman hoş olacak diye bir şey yok."
ten kaşlarını çattı, "hah, insanları öldürmenin de eğlenceli bir iş olduğunu düşünmüyorum."
donghyuck, ten'e doğru eğildi ve tehditkar bir ses tonuyla konuşmaya başladı, "bu işi yapmazsan, tekrar fareler gibi sokaklarda yatacağını unutma."
ten gözlerini devirdi, başını cama döndürdü ve hızla geçtikleri caddeleri izlemeye başladı.
hayatta kalmak için başkalarını öldürerek zaten bir hayvan gibi yaşıyorum.
----
ten banyoya girdi ve giysilerini çıkardı. ellerini lavaboya yasladı ve aynadaki görüntüsüne bakmaya başladı. koyu kırmızı sıvı yanağından boynuna, oradan da göğsüne doğru akmış ve kurumuştu. duşa girdi ve kanın beyaz teninde çıkmasını sağladı. o kadar uzun süre kalmıştı ki, odanın içi buharla dolmuş, zemin nemlenerek ıslanmıştı.
ten beline bir havlu sardı, başka bir havluyla da saçlarını kurulayarak banyodan çıktı.
yatağına yüz üstü uzandı, üzerini giyinemeyecek kadar çok yorulmuştu. asla kalkmak istemediği yumuşak yatağına iyice gömüldü. gözlerini kapattı, bir an önce uykuya dalmak ve iyice dinlenmek istiyordu.
ama bu sırada kapısı ve ışıkları aniden açılmıştı.
ten, gürültüyle açılan kapıyı duyunca yattığı yerden kalktı ve aniden açılan ışık yüzünden gözlerini kısarak gelene baktı, "hey, ne-"
donghyuck içeri girdi ve yatağın yanındaki siyah kanepeye oturdu. "kim sana uyuyabileceğini söyledi?"
"ben. şimdi, iyi geceler."
donghyuck, yanındaki sehpadan bir kitap aldı ve onu yatmaya devam eden ten'e fırlattı. "kalk ve üzerine bir şeyler geçir. hemen."
ten acıyla inledi ve kollarını göğsünde birleştirmiş ona bakan donghyuck'a gözlerini kısarak baktı. gayet ciddi olduğunu görünce ise derin bir nefes aldı. "pekala."
this is a translation story and the original author is jaegersbf
thank you so much for your permission.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
impassive::johnten
Fanfictionhedefini bul, baştan çıkar ve öldür. all rights belong to @jaegersbf