beş

758 101 53
                                        

günün çabucak geçip akşamın olmasıyla, ten gerilmeye başlamıştı. birazdan johnny ile akşam yemeği yiyecek olması garip hissettirmişti. çoğu insanın randevu olarak bahsettiği şey, bu muydu?

giderken donghyuck'un şüphelenmemesi için özel şeyler giymedi; basit, gri bir eşofman altı ve siyah sweatshirt tercih etti. gitme saati yaklaşınca derin bir nefes aldı ve odasından çıkarak kapıya yöneldi.

"donghyuck, ben dışarı çıkıyorum."

"dün zaten çıkmıştın."

"ve bugün de çıkmak istiyorum. görüşürüz."

----

markete giden yola tekrar çıktı. bu sefer tek fark, dünden daha endişeli olmasıydı.

birkaç santim daha uzun olsaydım eğer, bunlar başıma gelmezdi.

markete ulaştığında johnny daha gelmemişti. marketin önündeki yeşil banklara oturarak uzun çocuğu beklemeye başladı. çok değil, birkaç dakika sonra köşe başında bir araba durmuş ve johnny arabadan inerek ten'in yanına varmıştı.

"hey, erkencisin. beni görmek için can mı atıyordun yoksa?"

ten ayağa kalktı, johnny'nin yanından geçerken dalga geçtiği için omzunu yumruklamayı da ihmal etmedi, "kes sesini."

johnny sırıtarak ten'in peşinden arabasına bindi, "inkar etmedin."

----

johnny, ten'i markete çok da uzak olmayan ve pahalı olduğu her halinden belli olan bir apartmana götürdü.

"burada mı yaşıyorsun? büyük bir villada yaşadığını dişünmüştüm."

"eğer peşinde çekici bir suikastçı varsa, tek olacağın bir villa yerine apartman dairesi daha mantıklı bir seçenek."

ten göz devirdi. "her neyse. içeri girelim. üşümeye başladım."

johnny kapıyı açarak kenara çekildi ve ilk önce ten'in içeri geçmesine izin verdi. ardından kendisi de girdi ve kapıyı üstlerine kilitledi. bu, ten'e ilk tanıştıkları zamanı hatırlatarak dejavu yaşatmıştı. johnny, büyük birkaç adımla ten'in önüne geçti ve büyük bir ilgiyle ten'in gözlerine bakmaya başladı.

johnny'nin bakışları, ten'in kendisini bir kedi gibi uysal hissetmesine neden olmuştu. kalp atışlarının hızlandığını hissettiğinde, sanki bu yaptığı onu sakinleştirecekmiş gibi, elini yumruk haline getirerek tırnaklarını avcuna bastırdı, "ne izleyeceksek izleyelim ve ben bir an önce buradan gideyim."

"olmaz. ilk önce bana yemek pişirmemde yardım edeceksin. filmi şimdi izlemeyeceğiz."

"yemek pişirmeyeceğim."

uzun olan göz kırptı, "evet, pişireceksin külkedisi."

ten pes ederek omuzlarını indirdi, bu noktada johnny'e karşı kazanma şansı yoktu. sıkıntıyla iç çekerek tezgahın yanına yürüdü, gördüğü şeyle ise johnny'nin sıçramasına sebep olacak bir çığlık attı.

"neden bağırıyorsun?"

"bu neden burada?"

johnny, tek kaşını kaldırarak ten'in işaret ettiği yere baktı, "meyve kasesinden mi bahsediyorsun?"

"evet, meyve kasesi. onu başka bir yere koy."

birkaç saniyeliğine, odada garip bir sessizlik oldu. ardından johnny kahkahasını bastırmaya çalışarak konuştu, "ten, meyvelerden mi korkuyorsun?"

"ne? hayır, sadece kaseyi oradan al, tamam mı?"

"peki o zaman," johnny gülerek kaseyi dolapların birine kaldırdı. ardından buzdolabından birkaç poşet çıkarıp tezgaha, ten'in önüne bıraktı. ten, önüne bırakılan sebzeleri karıştırdı,"ne yapacağız?"

johnny ellerini kapüşonlusunun ceplerine koyarak omuz silkti, "ne sevdiğin hakkında bir fikrim yok. bu yüzden erişteli tavuk çorbası yaparız diye düşünmüştüm."

"tamam, çorba yeterli."

ten'in onayını alan johnny ellerini yıkamaya başladığı sırada, ten sırtını tezgaha vermiş ve düşüncelere dalmıştı. gözleri bir anlığına tezgahın köşesindeki bıçaklara kaymış, sonra tekrar johnny'ye dönmüştü. savunmasızken işini bitirmeliyim. gözleri johnny'nin ellerine kaydı, onu öldürmeye çalışmayacağımdan nasıl emin olabilir? benim kurbanım olduğunu biliyor, bana nasıl güvenip evini açabilir?

"ten, sen de ellerini yıka."

kendisine seslenilmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı, "ah, doğru." johnny her hareketini dikkatlice izlediği için, gergin şekilde lavaboya yaklaştı.

"üzerimde bir şey mi var? avını izleyen bir hayvan gibi bana bakıyorsun."

johnny konuşmadan önce saçlarını parmaklarıyla geriye doğru taradı, "hayır, bir şey yok. sadece, çok güzelsin."

ten aldığı iltifatla dilini ısırdı, "pekala, çorbayı nasıl yapacağız?"

----

johnny, telefonunu bluetooth hoparlörüne bağladı, en sevdiği şarkıyı açtı, şarkıya eşlik etmeye ve garip dans figürleri sergilemeye başladı. bu sırada ten bir yandan havuç doğruyor, bir yandan da johnny'nin garip hareketlerine gülüyordu. "kes şunu, deli gibi gözüküyorsun."

aksine, johnny çorba karıştırdığı tahta kaşığı mikrofon gibi kullanarak şarkıyı daha yüksek sesle söylemeye başlamıştı. ten'i kızdırmak mı yoksa güldürmek mi istiyordu, emin değildi.

ani bir dürtü ile, johnny şarkısını bitiremeden ten parmak uçlarına kalktı ve dudaklarıyla johnny'yi susturdu. dilleri birbiriyle buluşana kadar öpüştüler, ardından ten hiçbir şey olmamış gibi ayrıldı ve kesme tahtasındaki havucu dilimlemeye devam etti.

----

yaklaşık bir saatin sonunda, çorba pişmişti. johnny iki derin kase alarak onları çorbayla doldurdu. çekmeceden çıkardığı kaşıklardan birini ten'e vererek kendi kasesiyle birlikte masaya oturdu. ten, bir süre olduğu yerden çoktan masaya yerleşmiş olan johnny'yi izledi.

johnny çorbaya ilk kaşığı daldırdığında, hâlâ tezgahın önünde bekleyen ten'e baktı, "bir şey mi oldu?" 

"sadece çorbayı ilk senin içmeni ve yenilebilir olup olmadığını kontrol etmeni bekliyorum."

"yoksa beni zehirlemeye mi çalışıyorsun?"

"ne? hayır."

----

yemekten sonra ikili içeri geçti. johnny sehpadan aldığı kumandayla televizyonunu açtı ve izleyebilecekleri güzel bir film aradı. birkaç filme göz gezdirdikten sonra 'çığlık'ta karar kıldı. filmin başladığı sırada, johnny ten'in yanına iyice yerleşmişti. ten fark ettirmeden ondan biraz uzaklaşmaya çalıştı, yoksa yakınlıktan dolayı hızlanmaya başlayan kalbi yüzünden öleceğini düşünüyordu.

ten, parmaklarını birbirine geçirdi, gergin olduğu zamanlarda bunu yapardı, ve baş parmağıyla oynamaya başladı. dibindeki johnny'nin nefesini teninde her hissedişi, omurgasından aşağı doğru bir ürperti gönderiyordu. johnny iyi bir insan olmasa ve onu öldürmek için gönderilmiş olsa da, onun yanında güvende hissediyordu. daha da kötüsü, bu gece yaşadıklarından fazlasıyla keyif almıştı. bunları düşünürken, johnny'nin omzundaki eli aşağı kaymış, aynı zamanda yanındaki sıcaklık yerini soğuğa bırakmıştı. o tarafa döndüğünde johnny'nin uyuyakaldığını ve başının önüne düştüğünü gördü. şimdi tam sırası

ten'in bakışları, masumca uyuyan bir adamı en savunmasız olduğu anında öldürme düşüncesini aklından çıkarana kadar johnny'nin yüzünde takılı kaldı. ardından, tek bir şey bile yapmadan daireyi terk etti.

ten bir buçuk saat önce geldiği yolu geri dönerken -kendisine göre- alışılmadık duygular hissediyordu. bu duygunun ne olduğu hakkında fazla düşünmedi ve yürümeye devam etti. daha çok bugün yaşadıkları hakkında düşünüyordu. kabul etmek istemese de, o gün o çikolata kutusuna ulaşamadığı için mutluydu.

impassive::johnten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin