on iki

620 79 24
                                    

ten'in johnny ile bir haftası çok çabuk geçmişti. johnny evinden ayrıldığında, onu hemen özlemeye başlamıştı bile.

aptalca davrandığını biliyordu. johnny'nin haftalar öncesinde ölmesi gerekiyordu. fakat ten yorganına sarılmış, çoktan ölmüş olması gereken kişiyi özlüyordu.

bu sırada onun sıkıldığını anlayan donghyuck, can sıkıntısını gidermek için ona birkaç yüz milyon daha kazanacakları yeni bir hedef bulmuştu. gerçi işin parası ten için önemli değildi, donghyuck ona sekizde birini bile vermiyordu.

bir kez daha dikkat çekici, özel kıyafetlerinden giydi. ardından donghyuck'la birlikte kendilerine verilen konuma araçlarını sürdüler. şansına, ten adamı tek başınayken yakalamıştı.

adamın yanına yaklaşıp herkesin bayıldığı güzel gülümsemelerinden birini yüzüne yerleştirdi. ama bu yaptığı yanlış hissettirmeye başlamıştı. biraz sonra adamın önünde soyunup onunla aynı yatağa girecek olma düşüncesi iğrenç gelmişti. daha doğrusu, o kişinin johnny olmaması ona yanlış hissettiriyordu.

ceketinin düğmelerindeki elleri düşünceleriyle titremeye başlamıştı. artık vücudunu, istemediği birine göstermek istemiyordu.

donghyuck'un istediği şekilde yapmak yerine, hissettirmeden cebinden çıkardığı bıçağını arkası dönük adamın boynuna yaklaştırdı; hızlıca ve acımasızca boğazını keserek işini bitirdi. adamın koca vücudu bir güm sesiyle yere düştüğünde yüzüne sıçrayan kan damlasını ceketinin koluyla temizledi.

evden ayrılmadan önce cesedin üzerine eğildi, biraz önce kirlenen bıçağını ölü bedenin üzerine silerek işini tamamladı.

----

sonunda
bugün başarıyla birini
öldürdüm

johnny💞: bu kulağa yanlış bir şeymiş gibi geliyor

johnny💞: s ü p e r yanlış

evet
ama benim işim bu

johnny💞: bunu biliyorum
iki ay önce benim de ölmem gerekiyordu

johnny💞: beni ne zaman öldüreceksin peki?

bununla dalga geçmemeye
başladığında

johnny💞: denerim kül kedisi :)

johnny'nin son mesajını görmezden gelerek telefonunun ekranını kapadı. donghyuck'un görmemesi için onu tekrar yastığının altına sakladı ve atıştırmalık bir şeyler bulmak için mutfağa gitti.

----

ten mutfak tezgahına yaslanmış, tırnaklarını granit tezgaha vurarak suyun kaynamasını bekliyordu. dolapta yulaf ezmesi paketi bulmuştu. tarihinin yeni olup olmadığından emin değildi, ama tarihi geçmiş de olsa onun elma yemekten daha iyi olduğunu düşünüyordu.

suyun kaynamaya başladığı sırada, donghyuck da buz dolabını karıştırmak için mutfağa gelmişti. ten, yulaf ezmesini karıştırmak için bir kaşık aldı, "şeyle işler nasıl gidiyor..." düşünüyormuş gibi yapıp kaşığı birkaç kez çenesine vurdu, "mark'la? onun kim olduğunu soracaktım ama o gün çok telaşlı görünüyordun."

donghyuck duyduğu isimle olduğu yerde kaldı, o gün aklına gelmişti. sonra dolaptan bardak alarak biraz portakal suyu doldurdu, "ah, harika gidiyor." sesi alay ediyor, yüz ifadesi ise gerçeği söylüyor gibiydi. konu donghyuck olduğunda, ten neyin ne olduğunu ayırt edemiyordu.

ten, ağzına aldığı boş kaşıkla oynamaya devam ederken, doldurduğu portakal suyu ve anlamlandıramadığı yüz ifadesiyle mutfaktan çıkan donghyuck'u izledi. daha fazla onun hakkında düşünmemek için önüne döndü, yulaf ezmesi paketini yırtarak onları çoktan kaynayan suya döktü.

bir süre suya gömülen yulafları izledi, sonra kaşığı alarak iştahı kaçmadan önce birkaç kaşık yedi. ortalığı topladıktan sonra ayakkabılarını aldı, fazla bağırmadan donghyuck'a gittiğini belirterek evden ayrıldı.

----

güneşli bir gündü, sıcağın dışarı çıkar çıkmaz insanı kavurduğu sayılmazsa güzel de sayılırdı.

ten her zamanki gibi johnny'nin evine yürümek yerine, içinde ördeklerin de bulunduğu duyduğu gölete gitmeye karar verdi. söğüt ağaçlarıyla kaplı taş yoldan parka yaklaştıkça ördeklerin sesleri daha iyi duyuluyordu. daha küçükken bir suikastçı olmak için getirilmişti. yetiştiği yerde dışarı çıkmasına ya da teknolojik alet kullanmalarına izin verilmezdi. ve şimdi hayatında ilk kez ördekleri göreceği için heyecanlıydı. 

göletin yanındaki banklardan birine oturdu, ördeklere aşık olmuş gibiydi. paytak yürüyüşleriyle gülümsedi, hatta ağzından küçük bir kıkırtının çıkmasına izin de vermişti. tamamen önündeki ördeklere odaklanmış şekildeydi, öyle ki boynuna dolanan kolları fark bile etmemişti. aniden kendisine dokunulmasıyla irkildi, öne doğru hareket ederek ona sarılan kollardan kurtulmaya çalıştı. arkasındaki beden kafasını omzuna koyup onun kaçmasına izin vermediğinde, bedenin tanıdık olduğunu fark edip sakinleşmişti.

"johnny, burada olduğumu nereden biliyor-"

johnny, konuşmasını bölerek soru sormasını engellemişti, "hayatında daha önce hiç ördek görmedin sanırım. normalde insanlar ördekleri izlerken kendilerinden geçmezler."

"evet, daha önce hiç ördek görmedim. aptalca gelebilir. ama hayatım kanlı otel odaları ve çalışma salonlarında geçtiği için sadece güvercin görebiliyorum."

uzun çocuk gülerek elini ten'in omzundan aşağı kaydırdı ve parmaklarını iç içe geçirdi, "böyle gülümsediğini gördüğüm için sevindim. peki ya işini tamamladıktan sonra günün geri kalanında neler yapıyorsun? mesela haftalar önce beni öldürseydin, benden sonra bir kafeye gidip oturur muydun?"

ten, johnny'nin tutuşundan kurtuldu. onu yanına çekip oturttu, bu sefer kendisi ona sarıldı. "hayır. sadece eve dönüyorum ve sıkılıyorum. o evde yapacak hiçbir şey olmadığını geçen hafta öğrenmiş olman lazım."

konuşmaları; yeşil, kahverengi ve beyaz renkli bir tane ördeğin yanlarına gelmesiyle son bulmuştu. ördek çimenlere, ayaklarının dibine oturmuş ve ikiliye bakarak birkaç kez ses çıkarmıştı.

ten bir süre daha önündeki manzarayı izlese de, yanındaki oğlana karşı koyamamış; dudaklarının kenarına ve yanaklarına küçük öpücükler kondurmaya başlamıştı.

impassive::johnten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin