on beş (f)

942 88 182
                                        

ten, johnny'yi olduğu yerde tutmaya çalışırken bütün kaslarını zorluyor ve dişlerini sıkıyordu. johnny ondan daha güçlüydü ve bu kendisini oldukça zorluyordu. silahını kullanmak istemiyordu fakat johnny elindeki bıçağı almaya çalıştığı için, bu seçeneği yapmak zorunda gibiydi.

ten bunları düşünürken dikkatinin dağıldığı sırada, johnny aniden boynunu tutarak yerlerini değiştirdi, yer değişikliğiyle afallayan ten'in karnına dizini sertçe geçirdi ve mutfaktan ayrıldı.

ten, öksürüğüyle beraber kan çıktığında elleriyle ağzını kapadı, görüşü gittikçe bulanıklaşıyordu. vücudunu güçlükle dolaplara yasladı. acıdan dolayı kan ve tükürükle kaplanmış dudaklarından bir tıslama çıktı, sesi konuşamayacak kadar kısılmıştı. şu an bulunduğu durumda, tek yapmak istediği ağlamaktı. daha önce hiç yaşamadığı bu acı dayanılmaz olmaya başlamıştı.

yerinden kalktı. karnını tutup yalpalayarak da olsa johnny'nin gittiği yerin tersine yürüdü. sonunda parmak iziyle açılan odaya vardığında durdu. baş parmağını ekrana bastırdı ve anında açılan kapıyla karanlık odaya girdi, "donghyuck?"

masanın yanından bir çift göz onu izliyordu, korkusunu saklamaya çalışsa da konuşurken sesi titremeye başlamıştı, "ten?"

ten, kahve saçlı şocuğun yanına koştu ve sarıldı. ona bir şey olmadığını görmekten mutlu olmuştu.

donghyuck fısıldadı, "burada olduğumu nasıl bildin?"

"çoğu zaman buraya gelirdin. sadece şanslı bir tahmin yaptım. şimdi bunu boşver, buradan bir an önce çıkmamız lazım."

donghyuck başını iki yana sallayarak bakışlarını yere indirdi, "hiçbir şey işe yaramayacak. bugün bizi öldürmeyi kafasına koyduysa, dışarıya keskin nişancılar bile ayarlamış olabilir."

titreyen sesini ten de fark etmişti, "donghyuck... sen iyi misin?"

donghyuck konuşmadan önce boğazını temizledi, "iyiyim. sadece ölmekten korkuyorum. ama ölüm bugün her zamankinden daha yakın gözüküyor."

bu ten için şok vericiydi; kibirli ve sonuçlarını düşünmeden istediği şeyi yapan donghyuck, her zaman herkesi yenebilecekmiş gibi davranan donghyuck şimdi ölmekten korkuyordu. gerçi donghyuck hâlâ gençti. yaşaması gereken bir hayatı vardı ve ölmekten korkması oldukça normaldi.

sinirle küçük bir kahkaha attı, "sanırım artık öldürdüğümüz insanların nasıl hissettiğini anlayabiliyorum. bu his korkunç."

ten yanağının içini ısırarak düşünmeye başladı, "buradan çıkmak için başka bir yol yok mu?"

"hayır ten, onu öldürmek zorundasın. başka türlü kurtulamayız. o aptal ona bu kadar bağlanman için ne yaptı bilmiyorum ama beni, daha doğrusu bizi ölü olarak istediği çok açık."

ten konuşmak için ağzını açtı fakat cam kapının kırılma sesiyle geri kapadı. ikili, hızlıca yaslandıkları masanın altına saklandı. ten tereddütle kemerine sıkıştırdığı silahı çıkardı. johnny'nin ayak seslerini duymaya başladıklarında donghyuck düzensiz nefes seslerinin duyulmaması için ağzını sıkıca kapamıştı. onun korktuğunu hisseden ten kolunu genç olanın göğsüne sararak güven vermek için bedenini kendisine yaklaştırdı.

adım sesleri her geçen saniye kendilerine daha çok yaklaşıyordu. silahı yukarı kaldırırken ve tetiği çekerken, ten'in elleri titriyordu.

"ten, o silahı kullanamayacağını hepimiz biliyoruz. onlardan nefret ediyorsun, kullanmaya çalıştığında sana travma bile yaşatıyorlar."

travmam? bunu nasıl bilebilir?

"şimdiye kadar az çok anlamış olman lazım, tüm bu zaman boyunca sen de benim hedefimdin, ten."

ona söylemesem de, her zaman nerede olduğumu biliyordu. nasıl bildiğini sorduğumda cevap vermekten kaçınıyordu. bunu nasıl fark edemedim?

cilalı tahtaya sürtünen şeyin sesi, başlarının üzerinde durduğunda ten telaşlandı. içgüdüsel olarak donghyuck'u masanın altından itti, johnny'nin biraz önce bulundukları masaya sıktığı kurşundan saniyelerle kurtulmuşlardı.

daha kendilerine gelemeden, johnny silahı donghyuck'a doğrulttu ve art arda iki kez ateşledi.

ten'in gözleri şokla açıldı, "donghyuck..." genç çocuk yediği kurşunlarla arkasındaki duvara yaslanarak yavaşça yere çöktü, göğsündeki kırmızı lekeler gittikçe büyüyor ve dudaklarının kenarından kan sızmaya başlıyordu.

ten silahını eğlenen bir ifadeyle onu izleyen johnny'nin yüzüne doğrulttu, "onu kullanamayacağını biliyorum, hâlâ bana aşıksın."

"sen delirmişsin."

"ne olmuş yani? sen de bir katilsin. arada hiçbir fark yok."

"ben masum insanları öldürmüyorum!"

ten ayağa kalktı, masanın üzerinden atlayarak johnny'nin yanına indi, uzun oğlanın karın boşluğuna atabildiği en hızlı tekmeyi attı. ardından ikisi de dövüşmeye başladı. her yumrukları ve tekmeleri diğeri tarafından engelleniyordu. bu, iki tarafın da kazanamadığı bir döngü haline gelmişti. ama son anda, ten cebine sakladığı bıçağıyla johnny'nin yüzüne derin bir çizik atmayı başarmıştı. yüzünün acısıyla geriye sendeleyen oğlanın boynuna bıçağı saplayacağı anda, johnny bileğini tutmuş ve ters çevirerek vücudunu arkasında bulunan masaya çarpmıştı. ten, hem kolunun acısıyla inliyor hem de johnny'nin sıkı tutuşundan kurtulmaya çalışıyordu.

johnny, çırpınan oğlanı iyice masayla arasına sıkıştırdı. ten'in terden alnına yapışan uzun saçlarını geriye çekerek yüzünü ortaya çıkardı ve namluyu alnına yasladı. tetiğe basmadan önce eğilerek ten'in kulağına fısıldadı, "şşt, hepsi geçecek." ardından kucağına yığılan oğlanı yere bıraktı.

yüz ifadesi yumuşadı ve yerde yatan oğlanın kanla kaplı yüzüne baktı, merhametsiz olsa da kalbi sıkışmıştı. belki de ten'e gerçekten aşık olmaya başladığından dolayı böyle hissediyordu.

yine de, bu atlatamayacağı bir şey değildi. her zaman aynı tekniği kullanırdı. uzun süren bir yöntem olabilirdi, ama her zaman işe yarıyordu; hedefini bul, kendine aşık et ve öldür.

all rights belong to jaegersbf

impassive::johnten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin