SİYAH VE BEYAZ kitabımdan sonra, yeni bir kurguyla karşınızdayım. Bu kez aksiyonu sonuna kadar yaşayacak, bir davanın, bir bedende oluşturduğu vaveylaya hep beraber şahit olacağız. Siyah ve Beyaz sizi bu kitaba getirecek bir adım olarak yazıldı. Belki de bazılarınızla direkt bu kitap vasıtasıyla tanışacağız. Ama hem kalemimi bilip, beni tanıyanlar olarak hem de yeni tanıyacaklar olarak hepinizi derin bir sükuta davet ediyorum... Siyah ve Beyaz'ın amatörlüğünden, Alaca'nın ustalığına geçiyoruz.
Vahyin davetiyle, gerçek bir İslam kahramanıyla tanışın.
Ve Kudüs...
Şehirlerin en nadidesini kaleme alacağız beraber. Nefesinizi derin alın, zira yolumuz uzun...
Güzel kardeşim; yoluma, kalemime, mısralarıma ve davama olan davetime hoş geldin.
Kitaba başladığınız saati yazar mısınız?
Yukarıya Alaca kitabımızın müziğini bırakıyorum. Her ritminde Filistin, Halep sokaklarında gezdiğiniz düşsün hayal sahnenize. Ve ne zaman buna benzer bir ses duysanız; Alaca'da bir Ammar vardı dersiniz.
Sevgili Eşim ile yönettiğimiz şahsi instagram sayfam: sevgikilic_psy
***
"Bir, iki, üç..."
Kalbinin her atışını boğazında hissederken, burun delikleri haddinden fazla genişleyip daralıyordu. Adımları öyle çok hızlanmıştı ki, tek bir sendelemesiyle bacakları birbirine dolanacak ardından bütün planları, kafasına sıkılan tek bir kurşunla yerle bir olacaktı. Koşuşunun hızında dans ediyordu paltosu. Rüzgar, ardından havalanan paltosu ile öpüşüyordu adeta. Hayfa daha önce böyle bir heybete şahit olmuş muydu, bilinmez...
Koşmaya devam etti.
Yakalarını siper ettiği yüzünü görmüyordu gecenin karası. Oysa kaşları çatıktı. En az gece kadar kara olan kaşları, en az gece kadar hırslıydı. Gecenin körlüğü nasıl örtüyorduysa masivayı, onun da bütün uzuvlarını kaplıyordu kara heybeti.
Kaçıncı sokağı geçtiğini hatırlamazken, kafasındaki dakika hesabını iyi tutturmaya çalışıyordu. Ciğerlerinde tükenmişlik sirenleri öterken, bir ara gerçekten aynı ciğerlerin parçalandığını düşünmeye başladı.
Umurunda mıydı?
Asla.
Ayakları her on adımda bir taze yağan yağmurun oluşturduğu gölcüklere dalıyor, paçalarının tamamıyla ıslandığını hatırlatıyordu her tekrir.
Zihni her ne kadar karmakarışık olsa da beklediği tabelayı gördüğünde bir anda bütün dağınıklık yeniden düzenlendi. Ne için koştuğunu iyi biliyordu. Ne için koştuğunu asla unutmuyordu...
Bu gece olması gerekenden çok daha karanlık bir geceydi.
Tabelanın olduğu dönemeçten sağa saptığında bir anda dengesini kaybetti. Tam hızıyla savrulan bedeni yere yapışacakken; eli ve sağ bacağının diziyle dengesini sağlayıp yeniden doğruldu. Vücudunda dolanan adrenalin kanına öyle bir hızla pompalanıyordu ki, bir bu kadarının üç katı kadar koşabileceğini çok iyi biliyordu.
İçinden yeniden vaktin kumlarını saydı.
Daha var...
Sessizlik çığlık atıyordu, sokaklarda. Lükse yakın bu evlerin perdeleri sürekli kapalıydı. Perdeleri aralayacak cesaret hiç kimse de yoktu.
Ölüm çarpmıştı bu sokağın direklerine.
Kapıdan giren en ufak bir rüzgar bile öldürmeye yetecekti. Çünkü bu coğrafyanın en çok tanık olduğu şey; insan bedeninden akan oluk oluk kandı...
Son bir sokak diye geçirdi içinden. İçinde ayağa kalkan ve canını sıkan korkuyu göz ardı etmeye çalışsa da, bir şekilde baş kaldırmayı beceriyordu aynı his. Titreyen dizlerine, elleri eşlik ediyordu. Gökyüzü bizatihi onun üzerine döküyordu, saklı tuttuğu bütün irinini.
Koşmaya devam etti. Göğüs kafesinden, kaburgalarını tekmeleyen kalbi aynı hızla adem elmasına saldırıyordu. Sokaklara düşmanlığı yeni değildi. Epeydir korkuyordu aslında geceden. Belki korkunun verdiği cesarete binaen, dostu olmuştu bu vakitlerin.
Birazdan sokağı delecek sesin sahibi olacağını bildiğinden miydi bu hız? Yüzünü kapatan paltonun arasında beliren kara gözleri mi şahit olacaktı yere düşen bedene?
Korkuyor muydu gerçekten?
Korkuyor muydu ölümden, yahut öldürmekten?
Belindeki silahın ağırlığını hissetti bir an. Hayır. Asla korkmuyordu ve korkmayacaktı... Büyürken içinde büyüyen öfke ile kendini avuttuğunda bırakmıştı korkmayı.
Adımları kendi içinde ritimli bir havayla dans ederken, sokağı döndüğü an tetiği çekmesi gerektiğini kendine hatırlatıp duruyordu.
İlk kez adam öldürmüyordu ve son kez de olmayacaktı.
Ammar bu toprakların belası olarak üşüşmeye yemin etmişti, leş kargaların üzerine.
Tam sokağı dönüp, elini belindeki silaha attığı an, başına gelebilecek en son şey oldu.
Bütün bu karanlığın ardından narin bir bedene çarpıp yeri boyladı.
Hayır, hayır olamazdı. Olmamalıydı...
Koca bedeninin heybetiyle başka tarafa savrulmuştu çarptığı beden. Ve havaya tiz bir kadın çığlığı yayıldı. O an tam çarptığı bedenin akıbetini düşünecekti ki, sokağın sonundan postal sesleri havayla buluştu. Ve o, işgal kuvvetlerine karşı yapmaktan en çok nefret ettiği şeyi yapıp kaçmaya başladı.
Bu esnada çarptığı bedenin savrulduğunu düşündüğü alacakaranlığa bağırmadan edemedi.
"Her şeyi mahvettin. Her şeyi mahvettin..."
***
Tanıtımımızı Nasıl Buldunuz?
Yorumlarınızı bekliyorum.
Bir süre tanıtımımız ile idare etmenizi rica edeceğim. Birkaç bölüm toparladıktan sonra sizinle buluşmaya geleceğim.
Selam VE Dua İle....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA (İslami)
SpiritualGenç adamın sinesini tokatlıyordu nefesi. İçinde Yemen'den başlayan bir alev... Aldığı havadisi, canı pahasına yetiştirmek için koşuyordu Filistin topraklarında. Öyleki karşısına dağ çıksa, eriyecekti heybetinden. Bir an sendelese yeryüzü birbiri...