14, the idea

247 26 148
                                    

aslına bakarsan, tanışmamızın üzerinden daha bir gün bile geçmemiş gibi hissediyorum. şu ana kadar sana anlattığım yerlerin arasına daha sonra yaşanacak şeyleri sıkıştırmıştım fark ettiysen, hyung, şimdi yaşanmaya başlıyor işte. geleceğimden geçmişe gidiyorum ama senin yüzünden akmasından nefret ettiğim o zaman, akmaya devam ediyor hala. kurtulamıyorum her şeyi durdurmaktan.

yine bir ders saati, bay kim sınıfa geliyor. kimya dersinde olduğum için pek çıkasım yoktu aslında ama hemen arkasında senin olduğunu görünce ayaklandım ve tıpış tıpış yanınıza geldim. koridorda yürüyoruz şimdi.

rahat adımlarla ilerliyorsun. ellerin genelde de olduğu gibi okul pantolonunun cebinde. dışarı çıktığımız o günün aksine etrafa bakmıyorsun, yere bakmayı tercih etmişsin.

bay kim, kapıyı açıyor ve her zamanki haliyle içeri girmemizi bekliyor. sen geçesin diye sana bakınca seninle göz göze geliyorum. senden önce girmemekte ısrarcıyım. elinle içeriyi işaret ediyorsun. durumumu kabullenip iki kişilik koltuğa doğru ilerliyorum. benim arkamdan sen de geliyor ve hemen yanıma kuruluyorsun. bacaklarını ve kollarını kocaman açtın, yüzündeki rahatlayan ifade ise paha biçilemez. o an, dünyadaki en mutlu kişi sen gibisin. bu koltuğa oturmak için beklemişsin sanki. öyle bir sevinç, öyle bir özlemle oturuyorsun.

bu haline kıkırdıyorum.

kapıyı kapatıp arkasına dönen bay kim, ikimizi yan yana görünce şaşırmış gibi bakıyor. söylediklerinin ardından gerçekten de öyle olduğunu anlıyorum. "karşılıklı oturursunuz diye masama geçecektim ama... gerek kalmadı sanırım." gülümseyip sana bakıyor. "taehyung, seni böyle görmek ne güzel!" sen de gülümsüyorsun. "kahveleri çıkarıyorum." ben başımla onaylıyorum ama sen karşı çıkıyorsun.

"benim için çıkarmasanız?"

kahve sevmediğini de böyle öğreniyorum.

"çıkarmayacaktım zaten. kahve hayranı olmadığını biliyorum." diyor bay kim. termosunu, hazır kahveleri, iki tane pet bardak ve tahta çubuğu çıkarıyor. paketleri açıp içindekileri bardağa dökerken konuşuyor. "iyi anlaşıyorsunuz sanırım." sana dönüyorum. cevap verecek bir havada değilsin -ki bu pek de yeni bir şey değil, o yüzden ben üstleniyorum bu görevi.

"evet. dürüst olmak gerekirse ilk başta bu fikrinizi biraz garipsemiştim ama şimdi garipsediğime pişmanım." yerinde kıpırdandığını hissediyorum, yavaş bir hareketle boğazını temizliyorsun. bay kim, elindeki kahveyi bana uzatıyor ve gülümsüyor.

"benim fikrim olduğunu kim söylemişti?" elindeki kahveyi tutuyorum tutmasına ama donup kalıyorum oracıkta. elimi kendime çekmek aklıma dahi gelmiyor, bay kim kahveyi bırakıyor ve karşımıza geçiyor. yeni cümlesine başlayacakken kapı çalınıp açılıyor. bir veli.

"bay kim, iki dakikanızı alabilir miyim? jaehwa hakkında bir şey konuşmak istemiştim." bay kim bize dönüyor ve biraz beklememizi söylercesine bir işaret yapıyor. ardından, kapıdaki veliye dönüyor. "tabii, geliyorum."

sınıftan çıkmasının ve kapıyı kapatmasının üzerine seninle yalnız kalıyoruz. sonunda hareket etmeyi düşünebiliyor, kahvemi karşımdaki sehpaya koyup sana bakıyorum. gergin gibisin biraz. az önceki yayılmış halinden iz yok: iyice büzülmüş, parmaklarınla oynuyorsun. "o... ne demek istedi az önce?" yanıtlamıyorsun. o ana kadar biriktirdiğim sabrım artık dayanamayacakmış gibi. kendimi yatıştırmak adına derin bir nefes alıp veriyorum. "şu an sessiz kalmanın sırası değil, hyung." ilk defa sana karşı hyung kelimesini kullanıyorum. bu seni şaşırttığı kadar beni de şaşırtıyor. şaşkınlığımı bir kenara atıp yeniden sana sesleniyorum. "gerçekten."

bıkkın olduğunu söyleyebileceğim bir şekilde iç geçiriyorsun. "bay kim, daha iyi hissedebilmem için bir hobi edinmemi tavsiye etmişti. okuldaki spor takımlarından bahsetti. oradaki herkesin fazla popüler olduğunu ve bunun bana uymadığını söyledim." daha da siniyorsun yerine, alt dudağını ısırdığını fark ediyorum. "herhangi bir takımdan popüler birisini söylememi istedi. aklıma sen geldin." burada olduğumu unutmuş gibi gülümsüyor ve başını iki yana sallıyorsun. "hep oradaydın zaten."

kelimelerden bahsetmiştim sana, hatırlıyor musun? senin kelimelerinin beni öptüğünden de bahsetmiştim. işte bu cümlen... o da öpüyordu. tüm bedenimi öpüyordu. utançtan yanıyordum, hissediyordum, söndüremeyeceğim bir ateş vardı içimde ve kıvılcımlarıyla beni gıdıklamaktan hiç mi hiç çekinmiyordu. yanaklarıma giden kanı hissettim. ayaklarım üşüdü, ellerim birbirine karıştı, nefesim daraldı, midem yok oldu ve ikinci defa çaresiz bıraktın beni karşında. çok yavaştı, saniyelerin hızı yok denecek kadar azdı ama kalbim öyle değildi: o kadar hızlı ve sesli atıyordu ki ölebilirdim hemen yanında.

acımıyorsun bana, devam ediyorsun. "hep uzak olduğunu düşünmüştüm biliyor musun? o gün gelip bana insanların senin peşinde dolaşmaları ve kimsenin sevgisinin gerçek olmamasından yakındığında fark ettim aslında tek ihtiyacının sessizlik olduğunu." bedenin burada olduğunu söylerken gözlerin aksini iddia ediyor: kaybolmuş gibisin. yanımdasın ama bir o kadar da uzağımdasın. "tabii yanıma gelince anladım, bay kim'in seninle konuştuğunu. varlığımdan bile haberin yoktu büyük ihtimalle." alayla gülüyorsun. yeni cümlenle beni unutmadığını anlıyorum. "yarışmayı kazanan şiirimi hatırlıyor musun?" başımı sallıyorum. seni onayladığımı görmemene rağmen sanki sol tarafında da gözün varmış gibi hemen ardımdan soruyorsun: "içeriğini de hatırlıyor musun peki?"

"evet. bir yıldızdan bahsediyordun ve bu yıldızı görmene rağmen onun tarafından görülemediğini söylüyordun sanırım. ulaşılmaz olması hakkında da bir şeyler yazmıştın."

sana anlattığım şeyler, senin bana karşı hissettiklerindi. aslında, seni kendi kendime açıklamama sebep olmuştun. bunu anlamam son cümlemi bitirmemden hemen sonraydı.

dudaklarım aralanmış ve gözlerim kocaman açık. bana dönüyorsun. gözlerinde anlam veremediğim bir duygu var. boş bakmıyorsun: alışkın olmadığım bu durum daha da gerilmeme sebep oluyor. dalmış gibisin çünkü ritim tutuyorsun ama hayır... boş bakmıyorsun. gözlerimi seninkilerden ayıramazken kekeleyerek soruyorum: "neden böyle bakıyorsun?" birkaç saniyenin ardından dudaklarında küçücük bir gülümseme oluşuyor, bakışlarım o noktaya kayıyor.

"güzelsin çünkü."

tek yapabildiğim gözlerimi kapatmak ve aklımda bu cümlenin çınlamasına izin vermek.

güzelim çünkü. güzeldim. bakışlarının altında ezilirken güzeldim o gün.

dudaklarımı birbirine bastırıyorum, kaşlarımın havaya kalkmasına engel olamıyorum.

güzelim.

gülüyorsun. kapalı gözümü işgal eden kaküllerimi iten elini hissediyorum. "çok korkuyorum, jeongguk." sesin titriyor.

"neden?" diye soruyorum. kendimi duyamıyorum bile ama senin beni duyacağını biliyorum. elin saçlarımdan başlayıp şakaklarımdan geçen bir yolu izliyor ve yanağıma iniyor. çoğu zaman kendinden emin bir tonla konuşurdun ama şimdi çaresiz gibisin, sanki gerçeği söylediğini biliyor ama onu inkar etmek istiyorsun. sesindeki üzüntüyü en derinimde hissediyorum.

"hayatını mahvedeceğim."

《the idea》
   270420
   1.19 am

   pes etmek her zaman geçerli bir çözüm yolu olmayabilir fakat çabalamak asla geri adım attırmaz. anı yaşamaktan korkmayın.

   sizi seviyorum.

vkook // dark magicHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin