7. Bölüm

408 54 23
                                    

Her biri birbirinden  farklı kişilikte ve her birinin diğerinden farklı hayatı olan yirmi üç civan genç. İçelerinden en büyüğünün yaşını en küçüğünden beş yaş büyüktü, en küçükleri Harun yirmi bir yaşında iken En büyükleri Ali yirmi altısına yeni girmişti. Onların yaşlarında olan çoğu genç evlilik için adım atıyor, bir kısmı okul okuyor bir kısmı medrese tahsili yapıyor, bir kısmı ise -ki bu kesime Allah hidayet versin- aylak aylak dolanmakla meşgulken, bu kanları deli gibi akan yerinde duramayan gençler Allah'a verdikleri sözde sebat gösteriyorlar. Onlar kışın soğuğuna yazın kavurucu sıcağına, Allah için sabredip, Allah katından gelecek olan mükafatı bekliyorlardı. Akıl işimiydi kendi rahat yatakları varken uzak diyarlarda yere atılmış bir hasırın üzerinde yatmak, akıl işimiydi ki analarının o sıcak, güzel, her gün farklı yemeklerini yemek varken böyle dağın başında bir gün tok bir gün aç kalmak. Evet nefsini seven için zordu bunlar hatta delilikti, ama değil mi ki onlar Cennet karşılığı canlarını satanlar.  Onlar dünyada  rahat yatakları taşlı soğuk zeminlere tercih etmişlerdi, biliyorlardı dünyada rahatı olanın ahirette rahatı olmazdı, bunun içindi tüm gayeleri tüm çabaları dünyada yorulup ahirette rahat etmek içindi. Nasıl imrenmezdi insan onlara, nasıl kıskanmazdı insan onların imanını..

Neredeyse bir gün dolmak üzereydi ki Usudul Esad yerleşecekleri yere varmışlardı. Mücahidler bu zorunlu ve bir o kadarda zor olan yer değişimi sonunda biraz yorulmuşlardı. Ama bu yolculuktan hiçbiri şikayetçi değildi. Hele ki onların yol arkadaşı Harun ise bir kaç gün daha yol gidebilecek durumdaydılar.
Harun zaten böyle bir fırsat tekrar nasip olmaz deyip, yol boyu bildiği bir kaç fıkrayı bir kaç Sahabe-i kiram hayatı anlatıp durmuştu. Gruptakiler şikayetçi değillerdi elbette, tek sorun Harun'un yarım konuştuğu arapçaydı. Çoğu yerde türkçe konuşuyordu, karşısındakiler ona anlamaz bir ifade ile bakınca çat pat Arapça devam  ediyordu.

"İster anlasınlar ister anlamasınlar biz sanki dinlediğimiz her nasheedi anlıyoruz muyuz? Yoo anlamıyoruz ama dinliyoruz onlarda öyle dinlesinler işte." İlyas ona daha fazla arapça konuşması gerektiğini diğerlerinin anlamadığını söylediğinde verdiği cevap buydu. Hem Harundan ne beklenirdi ki.

Uzunca bir yolculuktan sonra varılması gerek yere varmışlardı. Ali komutasında olan gençler onun tain ettiği yerlere yerleşmişlerdi. Hepsi çadırını kurup dinlenmek için hazırlanıyorlardı. Normalde beş çadırlık bir grup olan Usudul Esad diğer gruptan gelen Saad ve Ebu ömer ile beraber altı çadırlık olmuşlardı. Her çadırı dört Mücahid dönüşümlü olarak kullanıyordu. İki Mücahid nöbette iken diğer iki Mücahid çadırda dinleyebiliyordu.
Harun arkadaşlarına yardımcı olup çadırı kurmuşlardı. Gördüğü kadarı ile bu yolculukta herkes çok yorulmuştu, Ali birazdan nöbet yerlerini ve nöbetçi olanları açıklayacaktı.
Çadırların ortasına gelip -ki orayı artık meydan diye isimlendirmişlerdi, konuşmaya başladı.

" Kardeşlerim biliyorum hepiniz çok yoruldunuz ama nöbet tutmamız gerekiyor. Şimdi ismini açıkladığım nöbet yerine geçecek ama bu defaya mahsus nöbeti üç saat dönüşümlü olarak yapacağız ki, yorgunluğunuz çekilmez olmasın.." Eline aldığı çubuk ile yeri eşeleyip bir kaç işaret yapmıştı toprak üzerinde, ilk işaretlediği yeri göstererek,

"A kanadında ben ve Saad." Elindeki çubuğu bu defa tam tersi yönü gösterip, " C bölgesinde ise İlyas ve Süleyman. D bölgesinde Zübeyr ve Muhammed. Ben son B kanadında ise  Eymen ve Tarık." Demişti. Tabikide ilk önce kendine nöbet yazacaktı, kendinden önce kardeşlerini düşünmek zorundaydı. Harun deminden beri konuşan Ali'ye bakıyordu yere düştükten sonra kendisinde bir halsizlik oluştuğu bariz belliydi ama bunu gizlemeye  çalışıyordu hem yürürken sürekli bacağını sıvazlıyordu. Harun bu duruma el atma vaktinin geldiğine kanaat getirip sözü aldı.

Özgürlüğün Sesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin