10.

143 41 60
                                    

🎼 5 second of summer -
red desert

Aşk neydi? Bir bakışta seni içine çekip en ufak bir kavgada seni oyun dışı eden basit bir duygu muydu? Biz aşık oldum! Deyince gerçekten aşık oluyor muyduk? Bu kadar basit miydi aşk? İlk görüşte, tek bir bakışta olabilecek kadar kolay mıydı yani? Kitaplara yazılan onca satırlar, onca paragraflar, hepsi bu basit duygu için miydi gerçekten? Aşk gerçekten var mıydı ki? Evet, evet vardı. Peki, ben aşık olmuş muydum?

Bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum.

Etkisine girdiğim bu duygu aşk mıydı, basit bir hoşlantı veya etkilenme miydi gerçekten bilmiyordum. Hipnoz ediyordu yanlızca. Önümü göremeyecek kadar kör, insanları işitemeyecek kadar sağır ediyordu. Acı veriyordu bazen. Çok, çok acı veriyordu kalbime. Ancak geçiyordu sanırım bir süre sonra bu acı da. Sonsuz acı yoktu sonuçta, sonsuz bir sevginin olmadığı gibi. Bazen sinir ediyordu, bazen delirtiyordu, ama bazen, bazen öyle güzel hissettiriyordu ki. O kişinin teni tenine değdiğinde, sesini işittiğinde, gözleriniz kesiştiğinde çok güzel hissettirdiğine yemin edebilirim. Bu aşk mıydı peki? İnsanlar bunu aşk diye mi adlandırıyordu?

Eğer öyleyse bu kadar basit olmamalıydı. Tek bir hecede biten, herkesin ağzında dolanan ucuz bir kelime olmamalıydı o zaman. Sığmamalıydı satırlara, sayfa sayfa destanlar yazılmalıydı, herkes bilmemeliydi mesela, yanlızca gerçek aşıkların sırrı olmalıydı, bir de hissettirmeliydi, söylerken nasıl bir duygu olduğunu insanın iliklerine kadar kazımalıydı. Böyle inanırdım ben aşkın varlığına. O zaman yemin ederim inanırdım aşık olduğuma.

Ancak bilmiyordum işte hala beni bu düşüncelere sokan adama karşı olan hislerimi. Ne kadar düşünürsem düşüneyim bir çıkmaz sokağa girip kalıyordum öylece. Eli boş bir şekilde dönüyordum sonra çıkışı olmayan o sokaklardan. Evet, ona bir şeyler hissettiğimi elbet kabul ediyordum ama bunu aşk diye adlandırmak hoş gelmiyordu nedense.

Belki daha fazlasını hissettiğimden hoş gelmiyordu bu hissi tek bir heceyle adlandırmak.

Omzuma konulan elle irkilmiş elimde tuttuğum sıcak kahvenin bir kısmı elime dökülmüştü. Hissettiğim acıyla tıslayıp sinirle arkama döndüm.

"Namjoon! Tanrım, senin derdin ne?!"

Namjoon ellerini teslim olur gibi kaldırmış ve gamzelerini ortaya çıkararak genişçe gülümsemişti.

"Ups, Taehyung'un sinirli gününe denk geldik."

Gözlerimi devirip önüme dönmüş ve masada duran peçetelikten bir yaprak çekip elimi silmiştim.

"Kimi düşünüyordun yine? Bay hiç kimseyi mi, yoksa iki gündür derslere katılmayan arkadaşını mı?"

Yanıma bir çırpıda oturduktan sonra kafasını bana çevirip bir cevap beklemişti. Kaşlarımı çatıp bende ona döndüm.

"Jimin iki gündür derslere girmiyor mu?"

Onunla en son iki gün önce o gece konuşmuştuk. Sabah dersi olduğunu söylemişti ancak derslere katılmadığını söylüyordu şimdi yanımda oturan bu adam. Üstelik dün akşam da eve gelmemişti.

Yine her şeyi bok etmiş gibi hissediyordum. İçimde bir fil sürüsü tepiniyordu sanki. Benim yüzümdendi lanet olası her şey benim yüzümdendi. Şuan belki de bir yerlerde alkol krizine girmişti veya baygın, bilinci kapalı bir şekilde hiç bilmediği yerlerde sızmıştı. Ve lanet olsun ki bunların hepsi benim suçumdu. Kendi doğrumun peşinden giderken başkalarının hayatını ne kadar bok ettiğimi fark etmemek benim suçumdu. Her şey, her şey benim suçumdu.

duende/taekook/Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin