🎼Flora Cash- You're somebody else
Hissizdim. Duygusuz, bomboş bir kabuktan ibarettim. Etrafımda olan şeyleri çoğu zaman önemsemez, görmezden gelirdim. Kaçardım. Sürekli gerçeklerden kaçardım. Görmemeye çalışırdım her şeyi. Bazı şeyleri es geçmek isterdim. Her insan böyle yapmaz mıydı zaten? Kör ve sağır olmaz mıydı uğraştırıcı şeylere? Bende herkestim işte. Nefret etsem de herkes gibiydim. Normaldim. Basit bir zihindim.
Hiç kendim olmamıştım ben belki. Veya bilmiyorum aslında bu bendim. Herkes gibi doğup büyümek, basit bir hayat geçirmek, yanlıştan kaçınmak, anormallikten kaçınmak, bir kez bile yaşadığını hissedememek bizi biz yapan şey miydi gerçekten? Biz bununla mı toplumun bir parçası oluyorduk?
Toplumunsa tek bir kuralı vardı işte. Kendin olma yeter.
Bilmiyorum bu yüzden mi dışlanmıştım insanlardan. Lise hayatım tamamen bok gibi geçmişti mesela. İstismar olayı dışında, toplum olarak adlandırılan o gruptan ayrı tutulmuştum hep. Peki ben normal olmayı nerede bırakmıştım da dışlamıştı beni bu insanlık? İstismara uğramış olmam mıydı onlara göre kabul görmeyen etken?
Yoksa sadece ben miydim?
Üniversiteye geçtiğimdeyse tamamen bir hissizliğe bürünmüştüm. İlk dönem kabuğuma çekilmiş bir şekilde insanlarla gerek olmayınca konuşmamış, aynı ortamda bulunmaktan dahi kaçınmıştım. İnsanlarla göz teması kurmak bile midemi bulandırırdı çoğu zaman. Etrafımdaki insanlar bunun farkında olup beni daha da soyutlamışlardı, ve bilmiyorum bunu ben istesem bile her zaman kırık bakışlarla bakardım birçok arkadaş grubuna. İçimdeki bir parça orada olmak isterdi bazen. Küçük bir hayat filizlenirdi içimde. Sonra çürüyüp yok olurdu o hayatta benim gerçeklerimle.
Sonra biri girivermişti işte birden hayatıma. Park Jimin girmişti benim bu basit hayatıma. Değiştirmişti birden bütün yargılarımı. Sikeyim toplumu! demişti bana. Sikeyim insanları ve normalliği. Kendin olmadıktan sonra normalliğin ne gereği var!
Sanırım bu sözlerdi beni yeniden hayata döndüren, içimdeki tüm çürümüş hayatların ruhlarını özgür bırakan yegane şey.
Şimdiyse yeniden o boşluğa düşmüş gibi hissediyordum. Tüm hislerim içimden sökülüp alınmıştı. En yakınım gitmişti benden, uzaklaşmıştı. Yanında uyuduğum adam beni bırakıp gitmişti. Yapayalnız kalmıştım. Bomboş kalmıştım. Hissiz kalmıştım, yeniden. Yine ve yeniden.
Çıplak omuzlarıma iğne gibi batan soğuk tüm vücudumu titretiyordu. Ancak hissetmiyordum ben sanki bunu. Balkonda oturmuş bu soğukta öylece gökyüzündeki yıldızları izliyordum. Dün içimde çiçekler açtıran bu parıltılar şimdi her şeyimi kurutuyordu nedense.
Eve geldikten sonra bir ihtimal kendime gelirim diye duş almıştım ancak nafileydi işte. Gelememiştim. Gelemeyecektim de. Artık ayağa kalkacak dahi gücüm kalmamıştı.
Aramamıştım. Jungkook'u bir kez olsun aramamıştım. Aramayacaktım da.
Elim gitmemişti bir kez olsun telefona. Aklımdan bile geçmemişti onu aramak. Bırakmıştım artık ben her bir şeyi. Zaman durmuştu o meşe ağacının arkasına geçtiğimden beri. Hayat durmuştu benim için.
Ne yapacağım diye düşünmüyordum ilk kez. Neden demiyordum. Sormuyordum kendime ilk kez.
Ona onun yanında olacağımı söylemiştim. Ancak beni yalanlarıyla bırakıp giderken nasıl daha koşabilirdim peşinden. Ve sanırım o saniyelerde anlamıştım ben büyük konuşmamak gerektiğini. Büyük sözler vermemek gerektiğini. Çünkü her şeyin yeni yeni farkına varırken ben nefes almayı dahi düşünemez duruma gelmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
duende/taekook/
Fanfiction"İlk öpüşmemizden beri benim dudaklarımda senin tadın var Taehyung, bu güzel tat senin dudaklarının armağanı."