11.

122 42 33
                                    

🎼5sos- lie to me

Bazı şeyler vardır. Hatırlamak dahi acı verir insana. Nefes almakta zorlanır, kalbiniz parçalara ayrılıyormuş gibi hissedersiniz. Gözleriniz dolar veya, dudaklarınız titrer, dışa vurursunuz bazen bu acıyı, her ne kadar istemeseniz de gösterirsiniz gücünüzün kalmadığını. Sonra geçti sanırsınız. Ancak hayır anılar geçmez. Dinmeyen bir yağmur gibidir, yavaşladığında duracağını sansanız da birden daha da artar. Zihninizin kıytı bir köşesinde pusuda beklerler yanlızca. En küçük bir şeyin bile hatırlatmasını beklerler sinsice ve evet öyle de olur. Bazen sadece kurumuş bir yaprak bile hatırlatır acılarımızı. Küçük bir çocukla kısacık bir göz teması, eski bir melodi veya basit bir kağıt parçası. Diyorum size sinsidir çünkü bu anılar. Siz gitti sansanız da asla gitmez onlar.

Ve sanırım hatırlamak Tanrı tarafından bize verilmiş bir cezadır.

'Ama insan hayatta istediğini yapamıyor, en çok bağlandığı yeri terk etmesi gerekiyor; fakat anılar kalıyor ve kayıp dostlar, aynadaki silik görüntüler gibi hep hatırlanıyor...'
Der Vincent Van Gogh. Haklıdır da, anılar bizi hep takip eder çünkü. Bir gölge gibi, bulutsuz bir gecedeki ay gibi, bir meltem gibi hep takip ederler.

Ancak ben unutmak istiyordum işte. Bir şekilde, bir şeyleri unutmak istiyordum. Şu birkaç saatte zihnimde biriktirdiğim tüm anılar silinsin istiyordum. Aksi takdirde daha fazla dayanamazdım yoksa bu acıya.

Camdan bakışlarımı ayırıp yanımdaki adama döndüm. Dirseğini arabanın camına dayamış eli ters bir şekilde dudaklarını kısmen kapatırken diğer eliyle direksiyonu kullanıyordu. Bir süre sonra üzerindeki bakışlarımı hissetmiş gibi saniyelik bir şekilde bana bakmış, geri yola dönmüştü mavileri.

"Daha iyi misin?"

Gözlerimdeki damarlar ağrıyor, midem bulanıyor ve boğazımda geçmeyen bir ağrı hissediyordum. Başımı salladım bunlara rağmen.

"Evet."

Sessizdi. Yol boyunca arabanın içinden çıt çıkmamıştı. Gergindik ikimizde. Sanırım bu yüzdendi. Zihnimizdeki bu acı verici fısıltılar zaten böylesine çokken daha fazlasına ihtiyaç duymuyorduk ikimizde.

Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım. Derin bir soluk çektim ciğerlerime. Ne zaman karanlığa bürünse irislerim, zihnim sürekli hatırlatıyordu bana bir şeyleri. Anıları. Asla unutamayacağım bazı anıları. Geri açtım bu yüzden gözlerimi. Görmek istemedim. Sadece birazcık kenara atmak istedim bunları. Her bencil insan böyle yapmaz mıydı zaten? Kaçmaz mıydı gerçeklerden?

Bende her zamanki gibiydim işte, acı çekmemek için kaçıyordum neyin kovaladığını bile bilmeden.

Bir on dakika daha böyle sessiz geçmişti. Gözlerimiz bazen buluşsa da konuşmamıştık. O sormamıştı mesela neden kavga ettiniz diye. Ben sormamıştım beni nereye götürüyorsun diye. Sessizdik ve bu sessizlikten memnunduk da sanırım.

Araba durdu bir süre sonra. Camdan dışarıya gitti bakışlarım. Fazla ağaç olmasa da ormanlık bir alana benziyordu. Emniyet kemerini çözdüğünü fark ettiğimde ona döndüm. Benimkini de çözüp bana baktı.

"İn hadi."

Kafamı salladım. O çıktıktan sonra arabadan inmiş etrafıma bakınmıştım yeniden. Gökyüzü kararmaya yakındı. Bulutları bir kızıllık ele geçirmiş, güneşse kaybolmak için yer arıyordu. Bir tablo gibi gözükmüştü bu manzara gözüme. Yüzüme vuran rüzgarla tebessüm ettim usulca. Ona döndüm yüzündeki belli belirsiz bir gülümsemeyle bana bakıyordu, gökyüzünden daha parlak gözleriyle. Ve nedense üzerimizde bizi izliyen bu manzaradan daha hoş görünmüştü bana mavi küreleri.

duende/taekook/Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin