Ders başladığında hala ıslaktım ve karnım bir kurt kadar açtı. Üstüne birbirinden sıkıcı mı sıkıcı bir güne sıkıştırılmış teorik dersler bitmek bilmiyordu. Chanyeol'a baktım ve kurtarıcı kelimeleri duymayı bekledim fakat sıranın altında telefonla oynamakla meşguldü. Sıkıntıdan pencerenin dışında git gide şiddetlenen fırtınayı izlemekle yetiniyordum. Ta ki ruhumu, yok olmadan bu sıkıcı dersten kurtaran mesaj, telefonumu titretinceye kadar.
'Bu ders bittiğinde bize gidelim çok sıkıldım >~<'
Çaprazımda oturan Chanyeol'a bakarak elimle okey işareti yaptım. Ruhum arınmıştı. Hala derse gelmediğini fark ettiğim Baekhyun'un hiç gelmeyeceğini anlayarak ona Chanyeol'a gideceğimi isterse gelebileceğine dair bir mesaj attım. Dersin çabucak bitmesini umarak fırtınayı izlemeye devam ettim. En sonunda okuldan çıktığımızda farkettik ki bütün yolları su basmıştı. Chanyeol'un bisikletini kullanamazdık. Sabahtan beri başıma çöken uğursuzluk hala devam ediyordu anlaşılan. Bozulmuş saçım, büyük ihtimalle beni hasta edicek olan ıslak kıyafetlerimle sümük gibiydim. Chanyeol'a döndüm ve umutsuzca "Başka çaremiz yok fırtına geçene kadar okulda kalacağız mecburen." dedim. Chanyeol ise yüzündeki hınzır ifadeyle beni olacaklar üzerine endişelendirerek, "Şu ağaçlık alandan evime kestirme bir yol var." demesi üzerine daha başıma ne gelebilir ki diye düşünerek onu reddedemememle ağaçlık alana doğru yağmurun ve hiddetli şimşeklerin altında yürümeye başladık. Yürümeye başladığımız gibi de ayağıma takılan taşla kendimi çamur içinde bulmam bir oldu. Çok sevdiğim kıyafetlerim mahvolmuştu ve ben bunları düşürken hala yerdeydim. Chanyeol her pislik arkadaş gibi beni kaldırmak yerine kahkahalarla gülmeye devam ediyordu. Hatta ben kalkamaya debelendikçe batarken, telefonunu çıkarıp bir kaç fotoğrafımı bile çekti. Üzerine "Bunu sana istemediğin bişeyi yaptırmak için kullanacağım." dedi. Bu sefer sinirlenmiştim.
"Chanyeol o fotoğrafları sil ve bana yardım et çabuk!"
"Tamam tamam... Özür dilerim." Beni yerden kaldırdı ve hiç birşey olmamış gibi yola devam ettik. Fotoğraf mevzusunu geçiştirdiğini tabiki fark ettim. Eve gittiğimizde illa fotoğrafları yok etmem için telefonuyla beni yalnız bırakacağı bir an olacaktı. Olmazsa da yaratırdım. Bu sırada uzun süredir yürümemizden bir şeylerin ters gittiğini anladım. Chanyeol bu sırada sanki tersliği fark etmeyeyim diye dinlemediğim abuk subuk muhabbetlerle kafa ütülüyordu. Yani daha doğrusu Marx anlatırken nasıl birden Formula 1 yarışlarına ve Çernobil'deki nükleer santralin etkileri konusuna atlandığını anlayamadım. Anlamakta istemiyordum ki maalesef malum soruyu sorma cesareti gösterdim.
"Kaybolduk değil mi?"
"Emm.. yani... şey... daha önce kullanmıştım bu yolu ama..."
"Chanyeol kaybolduk mu kaybolmadık mı?"
"Kaybolduk."
Ahh.. cidden. Sinirlenmeden bu olayı çözmeliydim çünkü sinirlenirsem bu fırtınalı havada üstüne çamur içinde daha çok kalacaktık. Nerde olduğumuzu anlayabilmek için etrafıma dikkatlice bakındım fakat uzun çam ağaçları ve acayip otlar dışında hiç bir şey göremedim. Bu şekilde yol bulmak imkansızdı. Şehrin ormanlık tarafına geçmiştik belli. Cebimden telefonumu çıkardım ve sinyal var mı diye baktım. Tabi ki bu bir kuraldır. Telefon kaybolduğunda, çok ihtiyaç duyduğunda ve önemli fırsatlarda asla çalışmaz. Benimki de çalışmıyordu haliyle. Chanyeol'un ise zaten derste oynadığı yüksek çözünürlüklü oyundan ve gereksizce fotoğraflarımı çekmesinden şarjı biterek telefonu kapanmıştı. Ama sinirlenmedim. Bu siniri içimde tutarak müsait bir anımızda üzerine salacaktım. Şimdi önemli olan buradan eve sağ salim gidebilmekti. Geldiğimiz yola geri gitmeyi düşündük ama yağmur izlerimizi yok etmişti bile. Olduğumuz yerde kalakalmıştık. Daha da ilerlersek bizi kurtarmaya kimse gelemeyebilirdi. Baek'e attığım mesaj aklıma geldi. Acaba... yok fark etmezdi bile 3 gün kaybolsam polise haber verir miydi acaba buna bile şüphe duyuyorum. Ben bunları düşünürken hala Chanyeol'u takip ediyordum. Olduğumuz yerde durmanın anlamsız olduğuna karar kılmıştık. Bu sırada da sürekli telefonumda sinyal var mı diye kontrol ediyordum. Birden aklıma telefonu yukarı kaldırırsam telefonun çekebileceği geldi ve telefonu havaya kaldırarak yürümeye başladım. Bir iki adım anca atmıştım ki korkunç bir sesle yukarıdan bana doğru gelen devasa şimşeği gördüm. Görmemle birlikte korkunç bir acı ve bembeyaz bir görüşle yere yığıldım. Yıldırım, havaya kaldırdığım telefonumla beni paratoner gibi kullanarak çarpmıştı. Yanık kokusunu alabiliyordum ama ölmemiştim heralde sadece kalkamıyordum. Acının son bulmasıyla gözlerim de beyaz renkten diğer renkleri de görebilmeye başlamıştı. Üzerime eğilmiş beni sarsan, ağlayarak "Uyan! Uyan!" diyen Chanyeol'u seçebildim sonunda. "İyiyim..." diyebildim duman yutmuş gibi gelen sesimle. Chanyeol'un yardımıyla ayağa kalktım ve herhangi bir yerime bişey olmuş mu diye kontrol ettim. Çok olağan üstü bir şekilde hiç bir yerime bişey olmamıştı. Ne yara ne yanık... Sapasağlamdım. Chanyeol yanımda şükür duaları ediyordu. Ona bişeyim olmadığını ve rahatlaması gerektiğini söyledim. Yine de kafasına bir yumruk atıp, "Ya ölseydim, bizi buraya getirdin!" gibi vicdan yapması ve bir daha bilmediği yollara beni sokmaması için bir ton laf yaptım. O arbedede fark ettim ki telefonum mahvolmuştu. Daha doğrusu telefonum artık yoktu. Paramparça ve yanıktı. Çok para annecim. Yine gelsin part-time boktan işler. Yeni telefon almam en az 2 ay sürecekti. Parçaları yerden almaya çalışırken ağaçların arasında beyaz parlak bir elbisenin uçtuğunu görür gibi oldum. Ne? Biri bizi bulmuş muydu?
"Chanyeoool şurdaki ağaçların arkasında birini gördüm!" Chanyeolla birlikte, elbiseyi gördüğüm yere doğru koşmaya başladık. Sonunda durduğumuzda yanlış mı gördüm acaba diye kendimi sorguluyordum. Çünkü kimse yoktu etrafta.
"Kimse yok mu?" Bağırmaya başladım. "Yardım edin! Kaybolduk!" Chanyeol da bana eşlik etmeye başladı.
Birbirimizi kaybetmeden biraz dağılarak gördüğüm kişiyi aramaya başladık. Bir kaç büyük ağaç arasında bir tavşan keşfettiğim sırada tam önümde nerdeyse yarı saydam uzun elbiseli parlak bir kız belirdi. Çığlık atarak yere düştüm ve sanki o da benden korkmuşçasına diğer tarafa doğru koşmaya başladı.
Hemen Chanyeol'u elinden kaptım "Bu tarafta biri var! Onu takip edelim!" dedim ve kızın koştuğu yere doğru son sürat koştuk. O kadar hızlı koşuyorduk ki etrafıma odaklanamıyordum. Bir korna sesiyle kendime geldiğimde koşarak caddeye fırladığımızı anladım. Sonunda şehre inebilmiştik. Kaldırıma çıkarak dinlenmeye çalıştık. Chanyeol nefes nefese sordu."E peki gördüğün kişi nereye gitti?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oh! Spirit
FantasySıradan hayatının bir ruh tarafından değişeceğini hiç tahmin etmemişti...