[4]

4.9K 649 439
                                    

Dün gece hareme gittiğimde tüm cariyeler etrafımda toplanmış ve yüzüğü hangi prensin taktığını sorup durmuşlardı.

Üzerinde inci olan altın yüzüğe baktım dikkatle. Bu gece yanına çağırmıştı ve ben ne yapacağımı bilmiyordum bile.

Prens Minho'nun annesi, Kraliçe Sekyung, benimle kendi çocuğu gibi ilgilenmeye başlamıştı. Nedeni ya yüzüktü ya da kendi isteği ile bana böyle davranıyordu.

"Yemeğinizi yiyin, prens Han."dedi yanımdaki kalfa. Kafamı sallayarak onu onayladım ve elime aldığım çubuk ile yemeğe baktım.

Kısa bir süreliğine kafamı kaldırıp etrafıma baktım. Cariye Soeun ile göz göze gelince bakışlarımı direk yemeğime indirdim.

Benden nefret ediyor olmalıydı. Sonuçta cariyesi olduğu prens bu geceyi benle geçirmek istediğini söylemişti.

Çubukları kenara bırakıp ayağa kalktığımda kalfa koluma girmişti. Beni büyük, pembe kapılı bir odaya soktuğunda Leydi Lia'yı gördüm. Önünde saygı ile eğildikten sonra gülümsedim.

Yanıma gelip beni çekiştirmeye başladığında merakla ona baktım. Gülerek beni baştan aşağıya süzdükten sonra bir dolabı açmıştı.

Üzerime tuttuğu pembe, kadife gömleğe bakıp yüzümü buruşturdum. Gömleği kenara fırlatıp siyah, kadife bir gömlek tuttu bu sefer üzerime. Gömleği yeniden yere fırlattıktan sonra ofladı.

"Pekala pekala. Vücudunu daha belirgin yapmalıyız."

Eline aldığı beyaz, dar, kadife gömleği üzerime tuttuktan sonra gülümsedi. Gömleği elime tıkıştırıp altıma siyah kadife bir pantolon verdi. Kapıya doğru ilerlerken gülüyordu.

"Onu mutlu et, prens Han."

Küçük bir tebessümle onu onayladım. Odadan çıktığında kıyafetlerimi değiştirdim ve masanın üzerine koyduğum inci yüzüğü işaret parmağıma taktım.

Bir yüzüğün hayatımı değiştireceğini düşünmemiştim.

Odadan çıktığımda beni bekleyen kalfa tekrar koluma girdi. Yürümeye başladığımızda bana ne yapmam gerektiğini anlatmıştı.

Onu mutlu etmeliymişim. Ve eğer beni cidden beğenirse yüzü tekrar verirmiş. Bu da benim cariye Soeun gibi olmamı sağlarmış.

Fakat ben o yüzü bana tekrar vereceğini düşünmüyordum.

Büyük, yeşil ve altın harflerle korece yazılar olan bir kapının önüne geldigimizde sertçe yutkundum. Tanrım, bunu yapabileceğimi düşünmüyorum.

Kalfa son kez bana baktı. "İyi şanslar, prens Han."

Kalfa yanımdan giderken muhafızlar kapıyı açıp içeri girmemi söylemişlerdi. Derin bir nefes alıp yavaş adımlarla içeri girdim.

Birkaç dakika sonra tamamen odadaydım. Kırmızı gömleğinin kollarını sıvamış ve yatağa oturmuş tırnaklarına bakıyordu. Bakışları beni bulurken "Geç kaldın,"dedi.

Malayca konuşması kaşlarımı çatmama sebep olurken bakışlarımı yere indirdim. "Zindanda ki asker sizdiniz değil mi?"

Gülümseyerek omuz silkti. "Neden geç kaldın?"

"Üzgünüm, yemek yiyordum."

Derin bir nefes aldıktan sonra ayağa kalkmış ve yanıma gelmişti. Elini çeneme koyup serçe parmağı ile yanağımı okşamaya başlamıştı. Kaşlarını çatmış ve yanağıma bakıyordu dikkatle.

"Sen kavga falan mı ettin?"

"Hayır, niye ki?"

"Yanağına kızarmış ve çizikler var."

Çenemi elinden kurtarıp hızla ayna aradım. Bulduğum boy aynasına yaklaşıp yüzüme baktım. Sağ yanağım kızarmış ve büyük bir çizgi vardı.

Ellerim korku ile yanağımı buldu. "Bu da ne!"

Dikkatlice yanağıma baktıktan sonra gömleğimin düğmelerini açmadan yırtarcasına çıkardı.

"Omzuna kadar devam ediyor."

"Prensim bu ne demek?"dedim sesimin titremesine engel olmadan.

"Sen... Sen zehirlenmişsin."dedikten sonra karın boşluğumda bir sızı meydana geldi. Gözlerim bulanıklaşırken vücudum uyuşmaya başlamıştı.

"Jisung, kendine gel! Jisung."diye yüksek sesli haykırışları, vücudumun onun üzerine düşmesine engel olmamıştı.

...

Amk duramıyorum ya. Bölüm yazdıkça yayınlıyorum... Of

Acaba kim zehirledi¿?

Who was able to stand in love/ MinSungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin