Saraydan çokta uzakta olmayan bir ormanlık alana girmiştik. Cariyeler ve çocuklar yorulduğu için biraz durmak zorununda kalmıştık.
Saraya hala yakın olduğumuz için bağırma seslerini ve demirin demire çarpma seslerini duyabiliyordum.
Kore Hanedanlığını korumaya çalışanlar ile isyankârlar arasındaki savaş tüm Kore'yi etkisi altına almıştı.
Malezya kralı, Kore'nin çöküşünü izlemek için gelmiş ve tahtından sarayın yıkılışını izlemeye başlamıştı.
Kral, kraliçe ve prenslerden hiçbir haber yoktu. En azından orduları yönetebilecek bir kraliçeye sahiptik. O ne yapar eder orduyu geri toplayabilirdi.
Sarayda isyankârlar arasında kalan prens Minho'nun hiçbir şansı yoktu.
Kraliçe ve birkaç cariye bunun hakkında konuşuyordu. Bazı cariyeler saraya geri dönmeyi ve savaşmayı istese de kılıç tutmayı bilmeyen cariyeler bunu reddediyordu.
Yaslandığım ağaçtan yere doğru kayarken kraliçeye gözükmeden saraya nasıl gidebileceğimi düşünüyordum.
Gittiğimi kraliçe görmese bile etraftaki cariyeler beni görebilirdi. Sonra zaten kraliçeye söylerlerdi.
Kraliçe, buranın yakınlarında saklanabileceğimiz bir yer olduğunu söylemiş, kral, kraliçe ve prenslerin de orda olabileceğini ifade etmişti.
Akşamı burda geçirmeyi planlıyorduk. Bazı cariyeler korkularından birbirlerine sarılmış ve uyumaya çalışıyorlardı. Bazıları ise hala konuşmaya devam ediyordu.
Seungmin, kızını dizlerine yatırmış ve saçlarıyla oynamaya başlamıştı. Uyumaya çalışan kızına ya şarkı söylüyordu ya da masal anlatıyordu. Felix ve oğlunun da onlardan bir farkı yoktu.
Daehwi, bebeğini kucağında sallarken bir şeyler mırıldanıyordu. Her şeyin geçeceğini ve prens Jeongin'in geri geleceğini söyleyip duruyordu kendi kendine.
Woojin, yanıma oturup kafasını omzuma koydu. Olaylar en çok Woojin'i etkilemişti. Stres altında olduğu için düşük yapma olasılığı yüksekti ve o bundan korkuyordu. Bir kere yaşadığı şeyi tekrar yaşamak istemiyordu. Kafamı kafasının üzerine koyup gözlerimi kapattım.
Daehwi gibi her şeyin iyi olacağını düşünsem de hiçbir savaş bir şeyleri feda etmeden kazanılmazdı.
Feda edilmesi gereken kişi kimdi? Hangi prensti ya da hangi cariyeydi?
•••
Gözlerimi aralayıp etrafıma bakındım bir süre. Bir ses duyduğuma emindim, ama nerden geldiğini bilmiyordum.
Kraliçe ayağa kalkmış ve etrafına bakıyordu. Belki de ses ondan geliyordu. Woojin'in kafasını yan tarafındaki cariyenin omzuna koyduktan sonra ayağa kalktım.
"Uyumalısın," dedi kraliçe benim ayağa kalktığımı fark edince.
Kafamı iki yana salladım. "Bir sorun mu var, kraliçem?"
"Bir ses duydum gibi geldi. Ona bakıyordum."
Ormanın içerisini işaret etmiş ve derin bir nefes almıştı. Korkuyordu. Cariyelere her şeyin yolunda olduğunu söylese de içten içe bunun doğru olmadığını biliyordu.
"Jisung, buraya geri dön."
Kraliçenin arkamdan bağırmasını aldırış etmeden gösterdiği ormanın içerisine doğru ilerlemeye başlamıştım.
Sadece ay ışığının aydınlattığı ormanda elimi ağaçlara sürterek ilerliyordum. Burda kaybolma ihtimalim kaçtı?
Boynumda hissettiğim keskin, demir ile duraksadım. Kim olduğunu görmesem de kılıcını boynuma bastırırken eli titriyordu. Korkuyor gibi bir hali vardı sanki.
"Tanrı aşkına, Jisung!"
Kılıcı yavaşça boynumdan çekerken beni kendine doğru çekmiş ve sıkıca sarılmıştı. Ne olduğunu kavramaya çalışırken kollarımı onun beline dolamıştım.
...
Minho'yu öldürmicem yaw... Daha başka planlarım var ehehehe ;)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Who was able to stand in love/ MinSung
Teen FictionHan Jisung, başka bir ülkeye köle olarak giden bir prensti.