Malayca bir şeyler mırıldanan bedeni hızla ittirirken onun kim olduğunu çözebilmiştim.
Woosung ne olduğunu çözmeye çalışır gibi bana baktıktan sonra gülümsedi. "Seni özledim kardeşim."
"Burda ne işin var?"
"Saraydan kaçmış, yaralı bir prens arıyorum."deyip kahkaha attı.
Saraydan kaçmış, yaralı ve prens... Minho uyanmış mıydı yani?
Bana sarılmak için yere bıraktığı kılıcını ondan önce davranarak aldım. Bakışları gözlerimi bulduktan sonra kılıca çevirmişti.
Onu ittirip ağaç ile arama aldım. Kılıcını tam boynuna koyup gülümsedim. "Cehennem de görüşürüz."
Ne olduğunu anlamadan bana bakarken ben kılıç ile çoktan şah damarını kesmiştim. Kanı kıyafetlerime sıçrarken gülümsemiştim.
Biri gitmiş, dördü kalmıştı.
•••
Kraliçe ve cariyelerin olduğu yerin tam tersine koşuyordum. Elimdeki kılıç ay ışığının vurması ile parlıyordu, üstündeki soysuz kanla birlikte.
Babamın ve abilerimin bulunduğu yere doğru koşuyordum. Tahtlarında oturmuş sarayın yıkılışını izliyorlardı.
Kafamı çevirip saraya baktım. Fakat gözlerim saraya değilde sarayın önündeki direğe bağlanmış Minho'ya takılı kalmıştı.
Sarayın hemen ortasında bağlı duran prensi hedef almış bir okçu vardı merdivenlerin tepesinde.
Babam ve abilerim ile sonra ilgilenmeyi tercih ederek okçuya doğru koşmaya başladım. Yayı serbest bırakacakken kılıcı sırtına saplamıştım.
Okçu yere yığılırken kılıcı geri çektim. Yaptığım şey yüzünden bazı muhafızlar cesaret kazanmış gibi kılıçlarını çekmişlerdi.
Gözleri bağlı ve neler olduğunu bilmediği halde hala başı dik duran Minho'nun yanına doğru ilerledim. Gözlerindeki kumaşı çıkartıp iplerini kestim.
Üzerini sirkeledikten sonra kafasını kaldırıp bana baktı. Neler olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi.
Kolundan tutup onu sürüklemeye başladığımda "Neler oluyor?"diye sormuştu.
"Malezya Kore'ye tekrar savaş açtı."
"Başka?"
"Soeun seni zehirledikten sonra savaş ve isyanlar falan başladı. Kral, kraliçe ve prenslerden haber yok. İkinci kraliçe ve cariyeler idam edilmemek için saraydan uzaklaştı."
"Sen?"
"Burda olmasaydım sen ölebilirdin. Yani bana öyle bakma."
Göz devirdi. Yerde duran kılıcı aldıktan sonra babamı ve abilerimi gösterdi. "Onlar ölürse savaş biter."
Kafamı sallayarak onu onayladım. Koşar adımlarla onların olduğu yere doğru ilerlemeye başlamıştık. Tahtından ayrılmış Jinyoung'un önüme çıktığımda şaşkınca bana bakmış, ardından bakışlarını elimdeki kılıca çevirmişti.
"Jisung?" Adımı söyleyince Wooyoung bizden tarafa bakmış ve beni görmüştü. Hızla Jinyoung'un boynuna götürdüm kılıcımı. Bunu gören Wooyoung, yanındaki kardeşi Jinhoo ile birlikte yanıma gelmişti.
Onlar gelmeden önce Jinyoung'un şah damarını kesmiştim bile. Jinhoo kılıcını çekecekken Minho onun kolunu tutu, ardından boynunu kesti.
Wooyoung korku ile bize bakmaya başladı. Belki de kılıcını yanına almadığı için kendine lanet ediyordu. Onu ittirip ağaca yaslanmasını sağladıktan sonra koluma sakladığım hançeri çıkartım ve kalbine sapladım.
Tek babam kalmıştı.
Tahtına doğru ilerlemeye başladım. Beni görünce direk ayağa kalkmış ve gülümsemişti. Fakat bakışları kılıcıma gittiğinde yüzündeki gülümseme solmuş ve korkuyla geri geri gitmeye başlamıştı.
Yaşlı bünyesinin kaldıramayacağını bildiğim için kılıcım ile vücuduna çapraz bir darbe indirdim. Kesik kesik nefes alırken yere düşmüştü.
"Sen benden annemi çaldın," diye bağırdım. "Bende senin yaşamını çalacağım."
Ona doğru tuttuğum kılıcı boynuna götürdüm, fakat karnıma attığı tekme ile gerilemiş ve elimdeki kılıcı düşürmüştüm.
Gözlerim kararmadan önce Minho'nun kılıcı ile babamın boynunu kestiğini gördüm. Ardından bağırma sesi gelmişti.
"Savaş bitmiştir! Kore hala na-maluptur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Who was able to stand in love/ MinSung
Teen FictionHan Jisung, başka bir ülkeye köle olarak giden bir prensti.