9.Bölüm

30 14 3
                                    

Selam...

Bu bölümü yazarken Şebnem Ferah :Bugün
Şarkısını dinledim. Bu aralar içimde taşan her bir duyguya tercüman bu şarkı. Dinleyin, tavsiyemdir.

Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki bu hıza zihnen yetişemiyordum. Altuğ 'un bir arkadaşının kliniğinde ağrı kesici iğne vurulduktan sonra - ve evet artık Altuğ diyorum :) - evime geldik.  üstümü değiştirmek için girdiğim odamda yatağın üzerine sere serpe uzanmış herşeyin ne kadar hızlı geliştiğini düşünüyordum. Ve herşeyi ne kadar çabuk kabullendiğimi.

İçten içe istiyor muydum yoksa?

Son bir kaç yılda kendime o kadar yabancılaşmıştım ki ne istediğimi bilemeyecek raddeye gelmiştim. İçimde ikileme düştüğüm zamanlarda o doğruyu söyleyen sesi bastırmayı görev edinmiştim adeta. Kendinden kaçmak, kendine zarar vermek böyle birşeydi işte.

İşe ilk başladığım zamanlarda onunla karşılaşmak için fırsat kollardım. O zamanlar yeni başladığım için değil birlikte toplantı yapmak aynı asansörü bile paylaşmıyorduk. Çıldırıyordum bir araya gelebilmek için. Onunla zaman geçirmemi sağlayacak tek şey işti. Çalıştım... Gece, gündüz sırf gözüne girebilmek için. Sonunda başardım da..

Peşine düştüğü bir kaç yazarı anlaşmaya ikna etmem ve iyi derece de dil bilmem dikkatitini çekti. Bir yılın sonunda hem editörlük hem de çevirmenlik yapmaya başlamıştım. Zamanla toplantılara, iş yemeklerine katılmaya başladım. İşinde o kadar kusursuz ve seçiciydi ki ona hayran olmamak elde değildi. Tabi yakışıklılığı ve ulaşılamaz duruşunun da etkisi vardı bu hayranlıkta . Hoşlanıyordum ondan. Bu durum memnuniyetsiz ve kırıcı Altuğ ile karşı karşıya gelene kadar sürdü. Onu gözümde öyle yerlere oturtmuştım ki bu tavırları bile ondan uzaklaşmak için yeterli gelmiyordu. Büyüttükçe büyütüyorum içimde.

Ona söylemeyi, hissettirmeyi hiç düşünmemiştim.
Ben bu duygulara karşılık beklemiyordum. Olabildiğince içimde, gizli yaşıyordum. Ama hoşlandığınız kişinin toplum içinde aşağılamaları, ters giden bir durumda sizi yerden yere vurması ne kadar kırıcı bilemezsiniz. Ne sanmıştım bilmiyorum. Belki biraz dokunulmazlık istemiştim onun tarafından.

Duygularım arttıkça, tavırlarına karşı hassasiyetim de artıyordu. Görmezden geliyordum. Ama kırgınlıklarımın üstünü örtemiyordum. Batıyordu zamanla.

Duygularım acı verici olmaya başlayınca vazgeçtim, gömdüm onu içimde bir yerlere...
Toprak attım.

Herkes gibi patronuna sinir olan, lakap takıp , arkasını döndüğü an küfürü basan biri oldum. Ya da olmaya zorladım kendimi.

Tanıdığımı sandığım Altuğ ile yeni Altuğ arasındaki fark ruhumu iyileştiriyordu. Geçmişten gelen, halının altına süpürdüğüm ne varsa bastım üstüne...

Kitapların, şarkıların, anıların da söylediği gibi sevginin etkisiyle iyileştim. Sanırım iyileştirdim de.

Acaba o ne zamandır bu hisler içinde?

Yeni bir girdaba sürüklenirken sessizce açılan kapıyla sıyrıldım düşüncelerden.

-"Uyuya kaldığını düşünmüştüm." kapının önünde durmuş dikkatli gözlerle beni izliyordu.

-"Bugün o kadar çok uyudum ki mümkün değil."

Artık kapıda değil odamın içindeydi. Sınırlarımın içinde. Odamın bir duvarını kaplayan kitaplığımı inceliyordu. Defterlerim için ayırdığım köşede durmuş onları inceliyordu.

-"Kitaplara bile konu olan şu dışı süslü defterlerden sende de çok var anlaşılan. Yazmaya değer gördüğün bir şeyler var mı bari?"

Sözleri sesli gülmemi sağladı. Tanrım, aynı çok bilmişlik. Yanına gidip defterlerden birini eline tutuşturdum.

"Aç bak bakalım yazmaya değer bir şeyler bulmuş muyum?" 

Bir kolumu kitaplığa yaslayıp, ukala bir sırıtışla izlemeye başladım onu. Defterin yapraklarını hızlıca inceleyip  kaşlarını kaldırdı. Yeni farketmiş gibi  duruşumu süzüp kahkaha attı. Gülmesi beni de güldürürken havalı olma çabalarım yerle bir olmuştu.

-"serseri seni"  deyip göğsüne çekti beni.
"Ne güzelmiş, sevdiğinin gülüşüyle gülmek..." sözleriyle kafamı daha da gömdüm göğsüne.

Tanrım, seviyor muydu beni?  Sevmese niye yanında olsun diye bir ses yükseldi içimden. Çok haklı bir isyan iç sesim. Sevmese niye yanımda olsun. Peki hangi ara sevdi beni? Ortamı bozmamak için bu soruyu sonraya sakladım.

Göğsünden ayrılıp yatağa çektim onu. Göğsünde uzanmak istiyordum. Ne yaptığımı anlayıp ayak uydurdu bana. Önce kendi uzandı sonra kolları arasına çekti beni.

-"Dikkatsizliğimi fırsat bilip yatağamı attın sen beni?"

-"Ne hayır, yemin eder-"

-"Şşş! Sakil ol. Ufak bir şakaydı. Sen atmasan ben atıcaktım, çok yorgunum." 

Allahım, ne tarafa doğru bayılıyorduk?

                                    ****
Bir kaç saat önce "bugün o kadar çok uyudum ki, uyumam mümkün değil" diyen ben değilmişim gibi

"Hastayım ben ne olmuş uyuya kaldıysam" üste çık Erva, üste çık kızım.

"uyuya kalman problem değil hayatım, problem uyanmaman."

"hiçte bi- hayatım mı? Ben mi?"

-"evet sen, çay yapayım İyi gelir sıcak sıcak."
Sözlerinin şokundan çıkamamışken Altuğ hiçbir şey olmamış gibi, sanki kalbimi yerinden oynatmamış gibi önümüzdeki tabakları toparlayıp mutfağa geçti.

Benden önce uyanıp gecenin bir yarısı tost yapıp beni uyandırdı. Aç yatmamı istemiyormuş. Düşün buna kızlar :) 

Önce çıkan bulaşıkları toparladı. Sonra da çay koydu. Hala inanamasam da, çok... Çok Fazla korksam da onu yaşamak istiyordum.

Koltukta uzanmış onun mutfağı toplayışını izlerken kendime söz verdim. İçimde sakladıklarımdan, kendimden, en önemlisi Altuğ dan kaçmayacağım.

Bu savaşı kaybetmekten korksam da yaşayacaklarım bende  kar kalıcak.
Ama hiç yaşamazsam, yaşayamadıklarım acım olursa; onları teselli edecek anılarım olmazsa, kendimi tamamen yitiririm. Ve ben! kendimi de Altuğu da kaybetmek istemiyorum.

Bu bölüm de Erva'nın duyguları ön plandaydı, bir sonraki bölüm de Altuğ'un iç dünyasına inicez.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Çok öpüyorum...

içimde saklı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin