Park Jisung hayattan istediği birçok şeyi alabilmiş bir gençti. Hayat ona hayalini kurabileceği her şeyi vermişti; iyi bir aile, para, güzel bir yüz, yetenek... Bunlar bir insanın hayatında isteyeceği her şeydi muhtemelen, Park Jisung bunların hepsine çoktan sahipti.
Bir tek aşka sahip olamamıştı.
Ona her şeyi sorgusuz sualsiz veren hayat; sadece bunu ondan esirgemişti ve o inadına aşkı arzuladı, aşka sahip olmak için elinden gelen her şeyi yaptı, istedi! Her şeyden daha çok istedi ve sonunda çok istediği aşk, canını aldı.
Bu şüphesiz ki Park Jisung'un istediği şey değildi, ama kimse de ona ne istediğini sormamıştı zaten.
Park Jisung'un kalbi hissettiği duygular nedeniyle bir hoş olduğunda henüz sadece on iki yaşındaydı. Aşkını kendine ilk kez söyleyebildiğinde on üç, sevdiği kıza itiraf edebildiğinde on beş, kalbi ilk kez kırıldığında on altı, ne olursa olsun vazgeçemediğimi anladığında on yedi ve sevdiğini kurtarabilmek için öldüğünde on sekiz...
O bir hata yaptı, kimseyi uğruna ölecek kadar sevmemeliydi. Fakat kimse ona aksini söylemedi.
Kang Mirae, hayatı boyunca Jisung'a en yakın olmuş olan kişi o idi, Jisung'un içine sığdıramadığı bütün o aşırı hislerinin de tek sebebiydi, Jisung'un ölümünün de...
Zavallı kız, Jisung'un tam tersiydi, hayat bir kez olsun yüzüne gülmemiş, ona hayalini kurduğu sevgi dolu aileyi vermemiş ve en yakınının canını almıştı.
O hiçbir şeyin böyle olmasını istemezdi elbet, ama öyle olmuştu bir kere.
Yine de bir şeyi bilmeliydi ki: Park Jisung onu kurtarabilmek adına babasının kumar borçları yüzünden evlerine gelmiş olan tefecilerin önüne atlayıp tek bir kurşun darbesiyle can verdiğinde, bunu yaptığı için pişman değildi.
O, aşkı için hiçbir zaman pişman olmamıştı. Kang Mirae'nin aksine...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hotel Of Souls
Short Story"Ruhlar Oteli'nde keyifli zaman geçireceksin, çektiğin tüm acılardan intikam almak için son şansın budur." [parkjisung+zhongchenle]